Metal Kalp Bölüm 27: Kalpsizin Biriyle Karşılaştık O Gece

Minik bir kıpırdanma hissettim. Michelle'in elini tutan avucumda minicik bir hareket, neredeyse bir serçenin kalp atışı... Duvara yaslamış olduğum başımı derhal Michelle'in yüzüne çevirdim, gözleri kapalıydı. Bir saniye dahi olsun gözümü kırpmadan onu izlemeye başladım. Hiçbir değişiklik olmayınca içimde açan minik umut çiçeği tekrar yapraklarını döktü, ben de gözümü kapayıp bu bekleyişin daha ne kadar süreceğini düşünmeye başladım...

Sonra aniden cılız bir ses duydum, bir fısıltı...

"Ben seni vurduğumda da bu kadar acımış mıydı..?"

Ona döndüğümde gözlerinin hâlâ kapalı olduğunu gördüm ama konuşmuştu işte. Konuşmuştu, yalvarmalarıma karşılık olarak konuşmuştu, kalbimin sızısını dindirmek için konuşmuştu, meleğim konuşmuştu! Ona bakarken gözlerimin dolmasına engel olamadım, sonra da o yaşların yanaklarımdan aşağı süzülmesine. Üstünde oturmakta olduğum sandalyeden yavaşça aşağı indim, yatağının yanına çömeldim ve başımı yatağa; elinin yanına yasladım. Elini daha da sıkı tuttum, gözyaşlarımın yanına yaklaştırdım. Yaşıyordu. Yaşıyordu. Olsun, yine de eli benimle kalsın... Gözyaşlarım yatağının üstüne düşerken bir başka minik fısıltı duydum.

"Bu kadar mı korktun kumandan?"

Başımı zar zor hareket ettirdim.

"Korktum..."

"Beni idama gönderirken korkmamıştın."

"Nedenini hâlâ çözemedin mi?"

"Çözdüm. Kafa buluyorum."

Gözlerim daha da doldu. Daha da çok ağlamaya başladım, sessiz hıçkırıklarla elbet. Yüzüme bakacak olursanız sadece gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuş beyaz bir yüz görürsünüz. Kalbime bakacak olursanız, bıçak darbeleriyle dolu uçsuz bucaksız bir yalnızlık görürsünüz...

"Gözümü açmaya korkuyorum Aleksey. Kesik herhangi bir uzvum var mı?"

Ağlarken istemsizce güldüm, gözlerimi silerken güçlü tutmaya çalıştığım bir sesle konuştum.

"Yok. Tek parçasın."

"Umarım."

Yavaşça gözlerini açtı. Kızarmışlardı, sanki kanla ıslanmış gibilerdi. İnsan gözü oldukları için robot bir bedende işlevsel kalabilmeleri bir mucizeydi. Onlar da ait olmadıkları bir bedende kalmanın intikamını böyle alıyorlardı.

Göz bebekleri yavaşça benim olduğum tarafa çevrildi. Yüzündeki oksijen maskesine titreyen ellerle dokundu. Yavaşça yüzüne dokundu, sargı bezi olmadığına emin olmak için. Doğrulmaya çalıştı ama gücü yetmedi. Başı tekrar yastığa gömülürken sessizlik içinde tavanı izledi. O bakışları biliyordum. Camdan kalbinde bir çatlak oluşmuştu. Kırılmıştı. Belki de kötü bir şeyler sezmişti ama eğer onu hastaneye getirinceye kadar bir yığın sivili vurduğumu öğrenirse beni Mariana Çukuru'nun dibine fırlatır, derinlerde boğardı. Bunu yapardı. Ve birkaç saniye sonra beklediğim soru geldi...

"Neredeyiz?"

Çaktırmadan yutkundum, yüzümdeki yaşları silip cevap verdim. 

"Hastanedeyiz."

Kuşkucu bakışları üzerimde yoğunlaştı, garip bir ses tonuyla sordu.

"Beni nasıl hastaneye aldılar? Ölüydüm hani?"

"Buradaki bir doktorla minik bir anlaşma yaptım. Seni hiç görmemiş gibi yapacak."

O doktor var ya, kesin gidip tüm şehire Michelle'in yaşadığını söyler. Sonra al başına belayı. Doktoru vurmam lazım.

"Hangi doktorla ne karşılığında böyle bir anlaşma yaptın?"

"Para bu insanlar için çok şey ifade ediyor."

Para verdim demedim, tespit yaptım. Sonuçta ona yalan söylemedim. O da çok üstünde durmadı, galiba çok yorgun olduğu için. Tekrardan gözlerini yumdu ve uykuya daldı. Benimse artık içim rahattı, Michelle uyanmıştı. Artık istediği kadar rüya görebilirdi, yaşıyordu ya... Michelle'in yatağının altına sakladığım silahımı alıp kapıya doğru yürüdüm, ona son bir kez baktıktan sonra kapının kolunu kavrayıp döndürdüm.

Odadan çıktım, kapıyı iyice kapattım. Hiçbir ses onu rahatsız etmemeliydi. Sessizce sığınağa indim. Sığınağın kapısını açtım, doktor onu bağladığım sandalyede oturuyordu. Etrafındakiler onu zerre miktar önemsememişlerdi, herkes kendi derdiyle uğraşıyordu. Kimi yetişkin sinir krizi geçirip herkese sövüyordu, kimisi ise ağlayanları sakinleştirmeye çalışıyordu. Doktor bir heykel gibi sandalyede oturuyordu. Söyledim size, korku kanını bozmuştu onun bir kere. Zaten saldırmak için bu hastaneyi seçmemin nedenlerinden biri de buydu. Şehrin bu bölgesi izole bir bölgeydi, şehrin en "güvenli" bölgesiydi. Hayatlarında ölümü bir kez bile enselerinde hissetmemiş bu insanların manipülasyonları kolay olurdu. Birazcık korktular mı ezilmiş böcekler gibi yok olurlardı. Öyle de olmuştu; kimsenin aklına birbirlerine yardımcı olmak, iş birliği yaparak buradan kurtulmak gelmemişti.

İçeri girmemle herkesin bakışlarının bana dönmesi bir oldu. Kimisi sinir krizi gibi bir şey geçirmeye başladı, kimisi ağlamaya başladı, çığlık atanlar oldu, küfredenler oldu, herkes farklı tepkiler verdi. Ama elimdeki tüfeği görünce saldırı istekleri gözle görülür bir şekilde azalmıştı. 

Doktorun yanına doğru ilerledim. Yakında olanların hepsi uzaklaştılar, sandalyeye bağlı doktoru geride bırakarak. Ağzındaki bezi çıkarttım, yumuşak bir tonla konuşmaya başladım. 

"İşini iyi yaptın. Aferin. Hanımefendi yaşıyor, bu odadakiler iyi, herkes mutlu! Değil mi? Sana para teklif etmeyi düşündüm, hizmetin karşılığında. Amacım susman da olabilir elbette."

Güldüm, etrafa göz gezdirdim. Odaya tam bir sessizlik hakimdi. Korku dolu nefes sesleri dışında, elbette. Küçük çocuklar bile ağlamayı kesmiş, dudaklarımdan çıkacak kelimelere odaklanmışlardı. Bir yandan da simsiyah bir maskeyle örttüğüm yüzümün kime ait olduğunu merak ediyorlardı, zihinlerindeki karmaşayı hissedebiliyordum. 

Sözüme devam ettim...

"Ama bu iyiliği dünya üzerindeki hiçbir hazinenin karşılayamayacağını fark ettim. Emeğinin karşılığını eksik vermek de olmazdı o yüzden-"

Doktoru vurdum. Aniden odadan felaket bir ses yükseldi: çığlıklar, ağlamalar, hıçkırıklar, küfürler... Bu kadar ses Michelle'i rahatsız edebilirdi. Bu denli yoğun bir ses belki hastanenin dışına dahi ulaşabilirdi. Herkesin sessiz olması lazımdı. Nefret dahi etsem başka seçeneğim yoktu artık... Hepsini tek tek vurdum. Risk oluşturabilirlerdi. Bu pislik doktor onlara Michelle'in yaşadığını söylemiş olabilirdi. Risk almaya ne gerek vardı, değil mi?

Nihayet işim bittiğinde derin bir nefes aldım. Düzeltmek için elimi dağılmış saçlarıma attığımda terden sırılsıklam olduklarını hissettim. Kalbim yavaş atıyordu, dünya yavaşlamıştı sanki. İçinde bulunduğum odada suçları sadece yanlış gecede yanlış yerde olmak olan onlarca ölü vardı. Ben yine bir hata yapmıştım, öte yandan başka şansım da yoktu ki...

Hastanenin girişindeki bedenleri de sığınağa taşıdım ve sığınağın kapısını kilitledim. Kollarımı sıvadım ve temizlik yapmaya başladım. Yerlere bulaşmış tüm kanı temizledim. Kurbanlardan birkaç tanesinin telefonlarını da yanıma almıştım, iletişim için gerekebilirdi.  Hastane hiçbir şey olmamışçasına temizdi artık, ama benim ruhumda ve kalbimde koyu kırmızı kan lekeleri vardı. Ruhum bir kez daha kirlenmişti, başka seçeneklerin olmaması yüzünden kirletmiştim...

Tekrar Michelle'in yanına döndüm. Masumca uyuyordu. Yatağın yanındaki sandalyeye oturdum ve onu izlemeye devam ettim. Hastanenin tüm camlarını önceden örtmüştüm, yani dışarıdan içeriye ses ve ışık giremiyordu. Büyük ihtimalle polis şu an dışarıdaydı, hatta Grimmzom gibi yoğun bir hastane için bu denli uzun süreli sessizlik askerlerin gelmesine dahi yol açmış olabilirdi. Sahi, ne kadar zamandır buradaydık? Zaman kavramını kaybetmiştim. Kurbanlardan birisinden aldığım telefonu açıp tarihe baktım...

...2 gün olmuştu...

Derhal buradan kaçmamız lazımdı. Ama Michelle koşabilir miydi? Ya ona zarar gelirse... Başka şansımız yoktu. İçeriye zorla girebilirlerdi. Binanın her santimini ararlardı. Sinyal bozucu binadaki tüm kameraları da etkisiz hale getirmişti. İfşa edilme gibi bir risk şu anda yoktu. Ama daha fazla da kalamazdık...

"Ne düşünüyorsun?"

Michelle'in sesi sessiz odayı tekrar doldurmuştu. Yavaşça başımı ekrandan kaldırıp ona çevirdim. Yüz ifadesi sabitti, en ufak bir mimik yoktu. Meleğim kendi etrafına buzdan duvarlar örmeye başlamıştı adeta...

"Seni buraya getirdiğimden beri 2 gün olmuş. İyileşmen için zaman lazım ama-"

"Ama gitmemiz lazım yoksa yakalanırız. Bu iş tek bir doktora rüşvet vermekle çözülebilecek bir iş değildi Aleksey. Benim yüzümden oldu. O katili izlerken daha dikkatli olsaydım böyle olmayacaktı. Vurulmasaydım böyle olmayacaktı. Benim yüzümden sen de ifşa olacaksın işte! Yakalanırsam seni de beraberimde idama sürüklerim, seninle gelirsem yük olurum. Ben mahvettim işte ikimizi de! Ben mahvettim!"

Buzdan bir sesle ve sakin bir yüzle söylediği suçluluk dolu sözler canımı acıttı. Buzdan sesindeki kırık parçaları, metalden kalbindeki yanmış duvarları ve sakin maskesinin arkasındaki ölüm için yalvaran bakışları canımı acıttı. İkimizi de buradan çıkarmam lazımdı ama nasıl...

...Eğer camı kırıp onu sırtıma alırsam kaçmak için birkaç dakikamız olurdu. İnsani zayıflıklarımız olmadığından hızla kaçardık. Onu güvenli bir yere götürürdüm- gerekirse Ostavyat'a. Hem gözetim altında bulunduktan sonra Ostavyat o kadar da tehlikeli bir yer sayılmazdı. Oradaki boş gecekondulardan birisine saklanırdık. Mümkün olan en kısa sürede onu ülke sınırlarından çıkarırdım, kendim de başka bir bahaneyle yurtdışına kaçardım. İkimizin de yaşamı korunmuş olurdu, Michelle tehlikeden uzakta olurdu. Ben de eninde sonunda onu tekrar bulurdum ve mutlu olurduk, sonrasında Huang-Li Chen'in canı cehenneme. O yaşasın, gerisi önemli değil...

Kendi yaptığım plan hoşuma gitmişti, kararlı bir sesle konuştum. Bir yandan da Michelle'in vücuduna bağlı kabloları yavaşça çıkartmaya başlamıştım. Önce şaşırsa da karşı koyacak gücü yoktu sanırım, benim bir planım olduğunu anlamış da olabilirdi tabii.

"Michelle, kaçmak için birkaç dakikamız olacak. Ben camı kırdığım andan sonra bana sıkıca tutunmanı istiyorum. Sessiz ol, plan yaptım. İkimizi de buradan kurtaracağım. Anlaşıldı mı?"

Başını salladı. Üstünde sadece siyah bir atlet ve şort vardı. Dışarısı soğuktu, üşürdü. Belki soğuk ona zarar veremezdi, ama yine de soğuğu hissedebilirdi. Tüm bu devrelerin, maskelerin ve numaraların altında Michelle sadece bir insandı. Sevilmemiş, sevince terk edilmiş, mutluluğu doğru dürüst tadamamış, bir kez olsun doğru dürüst bencillik yapamamış 9 yaşındaki bir kızdı o hâlâ. Ameliyat haberini almış, sahip olduğu o birkaç mutlu anıyı kaybetmekten korkan 13 yaşındaki bir kızdı o hâlâ. Her şeyden bıkmış, çocukların çığlıklarından ölesiye korkan, merhametli olursa öldürülecek 17 yaşındaki bir kızdı o hâlâ. Bunlara rağmen korkmamış masum bir melekti o aslında...

Giydiğim siyah kazağın üstünde siyah bir gömlek vardı. Gömleği çıkarttım ve ona giydirdim. Kollarını daha rahat kullanıyordu ama yorulmasını istemedim... Michelle'i sandalyenin üstünde oturttum ki kaçacağımız zaman onu kolayca sırtıma alabileyim. Ardından yatakların arasındaki komodinlerden birisini kavradım, kaldırdım ve tüm gücümle cama doğru fırlattım. Fırlatmamla camın tuzla buz olması bir oldu. Soğuk rüzgar içeriye doldu, yağmur kokuyordu. Michelle'i hızla yakaladım ve camdan dışarı atladık. Karşıdaki binalardan birisinin çatısına iner inmez hızla koşmaya başladım. Ostavyat'a doğru ilerliyordum, rüzgar merhametsizce esmeye devam ediyordu. Arkamızda bıraktığımız Grimmzom'dan polis arabası sirenleri geldiğini duyabiliyordum. Koşmaya devam ettim...

Ostavyat'a vardığımızda gecekondulardan boş bir tanesini aramaya başladım. Bu bölge yıllar önce nükleer saldırı yapıldığı söylentisiyle boşaltılmıştı. İnsanlar geçmişte Çernobil ve Hiroşima'da olanların onların da başına gelmesini istememişlerdi. Geriye sadece bomboş evler ve gecekondular kalmıştı. Söylentinin yalan olduğu geçen yıllar içerisinde ortaya çıkmış olsa da geri gelmek istememişlerdi. Yüksek kiralarla oturdukları şehir merkezindeki evleri çoğuna daha çekici gelmişti. Böylece Ostavyat seri katillerin, teröristlerin, suikastçıların ve her türlü pisliğin evi haline gelmişti. Böyle bir ortamda yanlış bir eve girmek istemezdiniz...

Michelle'in sırtımda inlediğini duydum. Omzumdan sarkan eline baktığımda ince bir hat halinde siyah kanın yere doğru süzüldüğünü gördüm. Acilen boş bir yer bulmam lazımdı. Şehirdeki başka evlere yöneldim, daha tehlikeli olsa da başka şansım yoktu. Herhangi bir pislikle karşılaşsam bile Michelle'e zarar gelmesine izin vermezdim. Normalde bu hayatta kuracağım bir cümle olmazdı, Michelle ona dokunmaya çalışanı paramparça ederdi ama bu istisnai bir durumdu. En sonunda çaresizliğin pençesine düşerek evlerden rastgele bir tanesinin kapısını çaldım. Kapı açılmadı. Ses de gelmiyordu, boş olabilirdi. Güvenli olabilirdi. Kapıyı kırıp içeri girdim. Küçük, karanlık ama tuhaf derecede temiz bir evdi. Michelle'i siyah renkli koltuğun üstüne yumuşakça bıraktım. Kan kolundaki kablolardan bir tanesinin bağlı olduğu minik delikten geliyordu. Herhangi bir hasar yok gibiydi. Silahımı kavrayıp dikkatlice diğer odaları gezmeye başladım. Her yer aynıydı, karanlık ama temiz. Bir tanecik böcek, fare, yılan bile yoktu. Michelle'in yanına döndüğümde bir gölge fark ettim; eve girerken fark etmediğim, belki de orada olmayan bir gölge. Kırmızı bir berjerin üstünde oturan, siyahlara bürünmüş bir gölge. Elinde bir tabanca tutuyordu. Ayın minik bir cilvesi camdan içeri süzülüp yüzüne vurduğunda gülümsediğini fark ettim. Gözleri kırmızıydı, kan kırmızısı. Büyük ihtimalle kıyafetinin bir parçası olan iki boynuz vardı kafasında, bir tanesi kırıktı. Beni süzüp alaycı bir sesle konuştu...

"Senin ellerinde ölecek."

Hadsiz pislik. Silahımın namlusunu kalbine doğrultup konuştum, parmağım tetiğin üstündeydi. Dudaklarımdan çıkan kelimelere silahımdan çıkan mermi eşlik etti.

"Ölmeyecek."

Mermi kalbini delip geçti, ama o sadece gülümsemeye devam etti. Alaycı gülümsemesi bir nebze merhametli bir ton aldı, ama sesinde değişiklik yoktu.

"Olmayan bir şeyle beni tehdit edemezsin."

Bu adam neydi...? Cyborg? İsyan eden sadece üç cyborg vardı: ben, Michelle ve Laurance. Geri kalanımızda bu yeti yoktu. Ama kalbinden vurulunca ölmemesinin başka bir açıklaması da olamazdı. Şaşırdığımı anlamışcasına ukala bir bakış attı, tabancayı parmaklarının arasında tutarken melodi gibi olan ahenkli bir sesle cevap verdi:

"Doğru, kalpsizim. Zamanında kara kanatlının biri gelip onu çaldığı için kalpsizim."

"Maval okuma bana!"

Akıl hastasının tekiyle aynı odadaydım. Ölümsüz bir akıl hastasıyla hem de. Bu imkansızdı, belki de sadece mermim bitmişti, bu gayet normaldi-

"Silahının mermisi bitmedi. Ölmememin silahla bir alakası yok yani."

İstemsizce onu korumak istercesine Michelle'e yaklaştım. Bu adam bir sapıktı belki de. Belki buraya önceden gelenleri de söylediği saçma şeylerle hipnoz edip sonra çeşitli kötülüklerin içine sürüklemişti. Düşündüklerimi tahmin etmesine gelince, fazlaca planlıydı. Prova edilmiş gibiydi. Beden okumuştu, hatta içine de ithal bir askeri yelek giymişti. Başka açıklaması yoktu.

Ben Michelle'in önünde dikilirken ayağa kalktı, bana doğru ilerledi. Yaklaşınca daha önce fark etmediğim bir şey fark ettim, kıyafetinin arkasında iki dikey yarık vardı. Yarıklardan dışarı ise iki garip parça çıkmıştı, sanki eskiden orada kanat gibi bir şey varmış da sonradan kesilmiş gibi. Uçları siyah renkli, kurumuş kanla kaplı iki kalın, siyah deri parçasıydı bu parçalar. Beni kenara doğru ittirdi. Garip bir şekilde inanılmaz güçlüydü. Düşünceli bakışlarla Michelle'e baktı. Onun yüzüne ise sükut hakimdi. Sanki gösterecek duygusu kalmamış gibiydi.

"Seninle nihayet gerçek hayatta tanışmak benim için bir onurdur, Michelle Howell. Sana en güzel rüyaları armağan etmek isterdim, lakin benim elimden yalnızca kabuslar geliyor."

Michelle ona bakarken gözlerinde merak ve soru işaretleri vardı. Unuttuğu bir şeyi hatırlamaya çalışıyordu sanki. Bense ikisine öfke ve şaşkınlıkla bakıyordum. Siyahlı eleman nazikçe gülümsedi ve önünde eğilerek selam verdi. Kan akan elini nazikçe kavradı ve Michelle daha karşı koyamadan bileğini eliyle örttü, elini kaldırdığında bileğinin iç yüzüne bembeyaz bir lale arması işlenmişti. Ardından göz ucuyla bana baktı, Michelle'in bakışlarındaki şaşkınlığı inceledi, Michelle'in bileğinde bembeyaz parlayan nilüfer armasını gururla sürdü. Ona saldırmak, öldürmek, parçalamak çok istedim ama hareket edemedim. Pislik herif beni felç etmişti resmen. Güçlü ama yumuşak bir sesle konuştu.

"Ben Lev, ama Lucifer demenizi tercih ederim, elbette."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Metal Kalp Bölüm 1: Kaçış

Metal Kalp Bölüm 29: Sanırım Affetti...

Metal Kalp Bölüm 24: Kanlı Bir Anı