Metal Kalp Bölüm 26: Zehirli Bir Mavi

 ---------Aleksey Dima Boris'in Gözlerinden---------

Yüzümde en az gece kadar karanlık bir maske vardı. Michelle'i bir saniye bile bırakmadan tüfeği elime aldım. Sırtımda cennetten düşmüş bir baş melek vardı adeta. Gümüşi bakışlara sahip gri gözleri bir daha asla uyanmayacakmış gibi kapalıydı. Yanakları ve dudakları kanla ıslanmıştı, metal kalbi paslanmıştı adeta. Yaşam dolu kalbi ölüm meleğinin eline düşmüştü, ölüm meleği zevk alırcasına oynuyordu meleğimin hayatıyla. Ölüm, yaşamı yanına almak üzereydi...

Yapacağım şey delilikti. Michelle uyanık olsa aynen böyle derdi, sonra da yüzüme bir tane çakardı. Bu düşünceyle yanaklarımın istemsizce var olmuş bir gülümsemeyle hareket ettiğini hissettim. Onu kurtaracaktım. Onurum üzerine söz vermiştim, onu hep koruyacaktım. 14 yıllık bu yemini onu vurmaya cüret etmiş bir serseri yüzünden bozmaya hiç niyetim yoktu.

Bir kez daha bileğine dokunmamla kalp atışlarım hızlandı, tüm bedenim korkuyla yanmaya başladı. Kalp atışları zar zor hissedilen bir hayalete dönüşmeye başlamıştı. Gidiyordu. Michelle gidiyordu. Beni bırakıyordu. Kaybedecek bir saniyem dahi yoktu artık. Grimmzom'a doğru koşmaya başladım. Bir yandan da meleğim çok sarsılmasın diye uğraşıyordum. Uyandığında çok fazla umutsuzluğa saplanmamasını umuyordum. Umutsuzluk onu bitirirdi... Güçlü numarası yapsa da cam kadar kırılgandı Michelle. Camdan atlayabilir, çatıdan çatıya koşabilir, günlerce dövüşebilirdi. Ama kalbi kırılırsa eğer, kabuğuna çekilir ve ölümü beklerdi. Ona böyle öğretmişti hayat...

Grimmzom'un kapısından içeri daldım ve kendimi dahi korkutan bir ses tonuyla bağırdım. Orada bulunan herkesin bana korkuyla baktığını hissedebiliyordum.

"Kimse kıpırdamasın! Polisi aramaya çalışanı kurşuna dizerim!"

Kimisi kaçmaya, kimisi ise polisi aramaya yeltendi. Ben de sözümü tuttum, elbette. Şimdi yerde bu aptalların cansız bedenleri yüzlerinde donmuş bir korku ifadesiyle duruyordu. Blöf yaptığımı sananlar dürüstlüğüm karşısında şok olmuş gibiydi. Bir kez daha bağırdım, duyamayanlar da duysun diye.

"Vururum! Kimse kıpırdamasın! Bu hastanenin Leichen bölümü sorumlusu kim!"

Sessizlik. Michelle ölüyor ve bunların tek yaptığı susmak! Her şeyimi kaybediyorum ve tek yaptıkları bakmak! 2 kere havaya sıktım, çıkan sesle herkes irkildi. Kaosu, çığlıkları ve ağlayanları duyabiliyordum.

"Bir kez daha sordurursanız buradaki herkesi öldürürüm! Nerede bu Leichen sorumlusu!"

Gözlüklü ve zayıf bir adam korkak adımlarla öne çıktı. Cebimden bir adet sinyal bozucu çıkardım, hükümetin terör bölgelerinde iletişimi kesmek için kullandığı bir cihazdı. Her askerde bulunmazdı, seçilmiş bölük kumandanlarına verilirdi. Belki hastane baskınında kullanmak görevi kötüye kullanmak sayılırdı, ama Michelle için değerdi.

Sinyal bozucuyu gizlice arkamdaki duvara yerleştirdim. Kimse polisi arayamayacaktı. Michelle kurtulana kadar kimse yaşayamayacaktı. 

"Doktorlar dışında herkes hastaneyi terk etsin! Çıkmaya çalışan bir doktor görürsem vururum!"

Kalabalık son hızla kapıya hücum etti. Tabii benim gelirken kapıyı kilitlediğimden haberleri yoktu. Aptal insanlar, onları tek bir yerde toplamak o kadar kolaydı ki. Sadece kendi hayatlarını düşünen bu bencillerden iğreniyordum. Hepsi aç gözlü domuzlar gibi kapıya saldırmışlardı. İnsanlar yaşam mücadelesi verirken bu varlıklar arkalarında kalanları düşünmeden kurtulmaya çalışıyorlardı. Michelle olsa böyle yapmazdı. Her kim olursa olsun birini kurtarmak için başkalarını feda etmezdi. Tek yol buysa kendini feda ederdi. O Michelle'di...

...Ama ben Aleksey'im...

Tüfeğin namlusunu doktorun sırtına dayadım. Titremeye başladığını görebiliyordum, korku tüm bünyesini ele geçirmişti. Beti benzi attı; yüzü panik ile kızarmış, terlemişti. Tehditkar bir tonla konuştum, her kelimemde kalp krizi geçirmeye daha çok yaklaştığını görebiliyordum.

"Şimdi, seninle beraber Leichen bölümüne gideceğiz. Yanımda benim için inanılmaz değerli olan bir hanımefendi var. Onu iyileştireceksin. Eğer onun saç teline dahi zarar gelirse, ölürse, yürüyemezse, aklına gelebilecek herhangi bir kötülük başına gelirse sana olacakları düşünmek bile istemezsin. Yürü!"

"L-leichen bölümüne a-askerler d-dışında kimseyi a-alma ye-tkim yok-"

"Bence bu seninle aramızda tatlı bir sır olarak kalabilir. Soran olursa seni beynini uçurmakla tehdit ettiğimi söylersin. Dediğimi yapmazsan şu an ölürsün, yaparsan birkaç gün sonra ölürsün. Şimdi yürü!"

Hızlı adımlarla yürümeye başladı, peşinden gittim. Yürürken Michelle'in nabzını kontrol ettim. Daha da zayıftı. Ellerime baktım, kanı ellerime bulaşmıştı. Biraz daha dayanmak zorundaydı, bu kadar yaklaşmışken biraz daha dayanmak zorundaydı. Yoksa insanları benim elimden kim kurtaracaktı? Onun katilini kim benden koruyacaktı?

Kilitli bir odanın kapısına vardık. Doktor tüm biyometrik kilitleri açtı ve içeri girdik. İçeride birkaç yatak vardı, hepsi boştu. Michelle'i yataklardan birisine yatırdım. Doktorun gözleri ölü olması gereken bir suçluyu görünce fal taşı gibi açıldı.

"Bu- bu-"

Namluyu şakaklarına dayadım. 

"İşini yap."

Göz ucuyla namluya baktı, titreyen ellerle Michelle'in üstündekileri çıkarttı. Tam da karın boşluğunda, Aşil noktasında kanlı bir delik vardı. Yaşam değerlerini monitörize etmek için vücuduna sayısız kablo bağladı. Nabzı çok düşüktü. Aşil noktasındaki deliğin üstüne eğildi, sayısız işlem yaptı. Bir ekran sinirlerin birleştiği noktayı detaylıca gösterirken tek tek her siniri tekrar bağladı. Ellerinin titriyor olması beni mahvediyordu. Çünkü şu anda yapacağı en ufak bir hata Michelle'i ölüden beter ederdi. Detayları düşünmek istemiyorum, kısaca Michelle bozulmuş bir oyuncak haline gelirdi. O zaman benim devrelerimde de ufak çaplı arızalar meydana gelebilirdi.

Saatler sonra doktor bağlama işlemlerini tamamladı. Yaralı bölgeyi sadece bandajla sardı, bozulmuş cilt dokusunun tamiri Michelle ayıldıktan ve her şeyin olması gerektiği gibi olduğundan emin olunduktan sonra yapılacaktı. Doktor odadan çıktı. Gitmesine izin verdim, zaten kaçamazdı. Korku bir kere kanını bozmuştu onun. Doğru dürüst yürüyemezdi bile. Kaçarsa da gereken her şeyi yapar, Michelle'i yine iyileştirirdim ben. 

Gözleri kapalı, yüzünde bir oksijen maskesi, vücudunda sayısız kabloyla yatan Michelle'in yatağının yanında oturmuş, onun ayılmasını bekliyordum. Ama uyanmıyordu. Lanet olsun, uyanmıyordu...

"Uyan artık... Bana bir kere bak, bir şey söyle; sonra yine uyursun..."

Elini sıkı sıkı tuttum, gitmesini istemiyordum. Giderse ben yine yalnız kalacaktım, onlar yine canımı yakacaklardı, her şey daha da kötü olacaktı. Beni 6 yıl 8 ay 13 gün önce terk etmişti, en azından o gidişte bir kavuşma ümidim vardı. Onu görmenin, onunla bir kez daha konuşabilmenin hayaliydi beni hayatta tutan. İçimdeki her türlü kötülükten beni koruyan bir kez daha onunla olabilme hayaliydi. Şimdi benim varlığım ona bu derece bağlıyken Michelle beni bırakıp gitmezdi...

...Gitmezdi değil mi..?

Gözlerimi kapattım, sadece ellerimin arasındaki elinin varlığını hissedebiliyordum. Benim de insanlığım çalınmıştı ama Michelle gibi değil. O rapor yüzünden her şey mahvolmuştu...

--------11 Yıl Önce------

Sağlık odasındayız. Beyaz giysili iki kadın ve bir adam karşımızda oturuyordu. Vakıftan gelen doktorlar. Ellerinde kağıtlar vardı: röntgen filmleri, sağlık raporları, diyet listeleri... Michelle birkaç gün önce 13 yaşına basmıştı; yanımda oturmuş, vakfın doktorlarının konuşmalarını bitirmelerini bekliyordu. En sonunda içlerinden sarı saçlı olan sustu, Michelle'e baktı ve yanımıza geldi. Hafifçe Michelle'in omzuna dokundu.

"Michelle, gel canım seninle konuşacağımız şeyler var."

Bir saniyeliğine peşlerinden gitme teşebbüsünde bulundum, kadın "Sen otur oturduğun yerde" dercesine bir bakış attı. Mecburen oturup beklemeye başladım. Diğer adam ve kadın da onların peşinden sağlık odasının yanındaki minik odaya gittiler. Dakikalar böyle geçti. Bense neden onunla konuşmak istediklerini düşünüyordum. Hasta mıydı? Kendini tuhaf hissetse mutlaka bana söylerdi. Başına bela mı açmıştı? Neredeyse her saniye beraberdik, öyle bir şey olsa benim de haberim olurdu. Hatta yardım dahi edebilirdim. Ayrıca o benim işimdi, Michelle'de o enerji yoktu. O daha çok oturup "Ben sana demiştim" diyen bir tipti. Zeki meleğim benim... Antrenmanları mı aksatmıştı? İmkansız. Bu ihtimali düşünmüyorum bile. Ne olmuştu o zaman?

Nihayet geri geldiler. Michelle'in yüzünde bir şeyler... farklıydı. Bir terslik vardı. Hissedebiliyordum. Suratında alışılmadık bir sakinlik vardı. Hani kötü bir haber alırsınız, ilk şoku atlatamazsınız... Her şeyin bir kabus olmasını dilersiniz, duygularınız adeta mühürlenir, elinize insanlara göstermek için sadece soğukkanlılık verilir ya... O bakış yüzünden sizi utanmaz sanırlar, kimseyi dinlemediğinizi sanırlar, umursamadığınızı sanırlar... İçinizde fırtınalar koptuğunuzun farkına varamazlar... İşte öyle bir bakış vardı meleğimin yüzünde. İçinde fırtınalar koparken dışarıdan bakınca sakin bir deniz sanıyordunuz onu...

Yanına gittim, tam ağzımı soru sormak için açmıştım ki gözlerimin içine baktı. Gitmek istediğini hissettim. Dışarı çıktı, ben de onu takip ettim. Fısıldadı, titrediğini gizlemeye çalışan bir sesle fısıldadı...

"Şu an değil, akşam anlatırım tamam mı? Sana anlattığımı duymamalılar."

Ardından cevabımı bile beklemeden antrenman odasına geri döndü. Biz antrenmana geri dönmüşken saatler karınca gibi geçiyordu. Ben ise bekliyordum, bir yandan antrenman yaparken bir yandan da Daphne ile minik çaplı bir tekvando maçı yapan Michelle'i izliyordum. Dövüş tekniğinde herhangi bir fark yoktu. Meraktan çatlamaya geri dönebilirdim...

Nihayet güneş battığında ve antrenmanlarla dolu başka bir gün sona erdiğinde Michelle'in yanına gittim. Beraber onun ve abisinin odasına döndük. Laurance yine odada yoktu. İkimiz de oturduk. Michelle uzatmadan lafa girdi.

"Sağlık raporum gelmiş. Vücudum olması gerekenden zayıf. Çok zayıf hatta. Eskiden kalma bir sıkıntı, sağlıksız yaşam koşulları yüzünden. Beni ameliyata alacaklarmış."

Bir anlığına neden onun bu kadar büyüttüğünü anlayamadım, sonra ameliyata alınacakları söylenenlerin hepsinin birer birer ortadan kaybolduğunu hatırladım... Michelle bana kararlı bir bakış attı, sanki aklımdakileri biliyor gibiydi. Ardından gözlerini hafif yukarı dikerek konuştu, göz temasından kaçınıyor gibiydi. Onun gözleri yalan söylemezdi, gerçekleri saklamak ister gibiydi...

"Ben ölmekten korkmuyorum. Ameliyatın başarılı geçmesinden korkuyorum."

"Ne?"

"Beni değiştirecekler. Bu ameliyat güvenli bir şey olsa kamuya söyleme cesaretleri oldu- hoş, kamuya söylenenlerin ne kadarı güvenli onu da bilmiyoruz gerçi. Gizli bir projenin bir parçası oluyoruz, Aleksey! Ölürsek kimsenin haberi dahi olmayacak. Burada yaşam hakkımızın içine ediyorlar! Vücudumdaki tüm sinirleri tek tek kopartacaklar Aleksey! Vücudumda organ bırakmayacaklar! Ne kadar organik doku varsa hepsini tek tek söküp alacaklar! Üst üste ameliyatlara gireceğim, kim bilir bu benim hafızamı, anılarımı nasıl etkileyecek! Kim bilir kimleri unutacağım... Birkaç güzel anımın hepsi de silinip giderse ne yapacağım! Bomboş bir kabuk olmak istemiyorum ben Aleksey, istemiyorum!"

Sonra tekrar bana baktığında bir anlığına gözlerini korku bürüdü... Çünkü gözlerimdeki bakış, mavi bir gökyüzü değildi artık... Zehirli bir mavi, okyanustaki bir çukurun en derin köşesi, gecenin en gizli mavisiydi... Ona bir zarar gelmesi düşüncesi beni mahvediyordu... 

"Aleksey, ne yaparsan yap sakın ama sakın aptalca bir şey düşünme. Ameliyatı ne olursa olsun gerçekleştirecekler."

"Tabii, zaten ne yapabilirim ki..."

Sonraki hafta Michelle'in ameliyatı vardı. Beni defalarca kovmalarına rağmen ameliyathanenin önünde bekledim. Nihayet ameliyat bittiğinde kaldığı bölümün kapısına koştum. Kapı kapalıydı, mecburen camdan izledim. Vücudunun her santimi bandajlarla kaplıydı. Bir oksijen maskesiyle nefes alıyordu. Onu boş yere mahvetmişlerdi... Öfkeliydim, tüm dünyayı başlarına yıkacak kadar öfkeliydim. Michelle gözünü bir daha açmazsa Tanrı onlara merhamet etsin.

Nihayet uyanıp bandajları çıkarıldıktan sonra gerçeği örtecek hiçbir şey kalmamıştı: Michelle'in vücudunun her santimi dikiş izleriyle doluydu. Mutsuzdu. Bazı anılarını hayal meyal hatırlayabiliyordu. Ve bu ameliyat olması gereken bir yığın ameliyatın ilkiydi. Michelle'i "daha iyi" yapıyorlardı...

Michelle her ameliyattan sonra yürüme yetisini geçici olarak kaybetti. Tekerlekli sandalyesini ben ittim. Kendi başına yemek bile yiyemiyordu, o işi hasta bakıcılar üstlenmişti. Bir hiç uğruna... Yürümeye ve tekrar uzuvlarını kullanabilecek duruma gelince ya tekrar ameliyata alıyorlardı ya da antrenmana yolluyorlardı. Deney ve ameliyat adı altında işkence ediyorlardı...

Ben şu anlık risk altında değildim, sağlık raporum olumluydu. Daha kötü şartlarda yaşamıştım ama benim vücudum gücünü kaybetmemişti. Belki genlerim yüzündendir, bilemiyorum... 

Laurance beni birkaç yıl önce uyarmıştı. Ama o sadece kendi ameliyatından bahsetmişti, işin kız kardeşine geleceğini söylememişti. Bilseydim daha söylediği gün Michelle'i alır, tesisten kaçardım. Keşke bilseydim... 

---------Günümüz---------

Michelle hâlâ uyanmıyor. Kaç saat oldu bilmiyorum, uyanmıyor... Doktoru bağlamak zorunda kaldım, sıvışmaya çalışıyordu. Hastanedeki diğer herkesi sığınağa kilitledim, risk oluşturabilirlerdi. Michelle uyanana kadar kimse buradan gitmeyecek...

Başımı duvara yasladım, yüzünü izlemeye devam ettim. 

"Seni bu denli içine çeken hangi rüyayı görüyorsun bilmiyorum ama artık uyanman lazım. Yoksa kafayı yiyeceğim..."

"Biliyorum, aptallık ettiğim çok zaman oldu ama sen de az aptal değilsin ki Michelle... Cyborgsun sen, başına neler neler geldi ölmedin, bir mermiye mi teslim olacaksın Michelle?"

Beklemeye devam ettim... Geçen her saniye yakalanma ihtimalim daha da artıyordu. Dışarıdan insanlar çoktan bir aksilik olduğunu hissedip polisi aramış olmalıydılar. Gerçi arasalar da bir şey fark etmezdi, 40 km menzilli sinyal bozucu yakındaki yapılardan arama yapılmasını engellerdi. Kimse bir arama için 40 km uzağa gitmezdi. Şimdilik güvendeydik...

Tabii eğer geçen her saniyenin birer tehdit olduğunu saymazsak...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Metal Kalp Bölüm 1: Kaçış

Metal Kalp Bölüm 29: Sanırım Affetti...

Metal Kalp Bölüm 24: Kanlı Bir Anı