Metal Kalp Bölüm 24: Kanlı Bir Anı

 Derin bir nefes alarak uyandım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Binlerce hayal gerçeğinden bir anda gerçek dünyaya uyanmıştım. Doğruldum, saat gecenin üçüydü. Gördüklerimi anlatmak, birileriyle paylaşmak ve hatta güvenilir bir omuzda ağlamak istiyordum... 

Tekrar uyumaya çalıştım ama elimden gelen sadece tavana bakmaktı. Bir süre tavanla bakıştıktan sonra uyuma çabalarımın faydasız olacağını anladım. Üstüme bir ceket alıp dışarı çıktım, biraz hava almam lazımdı. Sessiz ve karanlık sokakta sokak lambalarının eşiliğiyle yürümeye başladım. Ay son dördündü, ama yıldızlar görünmüyordu. Gerçekten, gökyüzünde tek bir yıldız dahi yoktu...

Yıldızlara nişan alıyordu, vurduğu her yıldızla beraber gökyüzünde yağmurlar yağıyordu.

Yürümeye devam ettim. Hafif bir yağmur yağmaya bağladı, yumuşakça saçlarımı okşadı. Soğuk gelmedi yağmur, daha çok ılık ve şefkatli bir anne eli gibiydi. Yerlerde su birikintileri oluşmaya başladı. Gökyüzüne baktığımda tek bir bulut dahi göremedim oysa, belki de yağmur gerçekten de yıldızlardan gökyüzüne yağıyordu...

Duyduğum bir el silah sesiyle beraber düşüncelerimden uyandım. Farketmeden şehrin tenha bölgelerine, kovalamaca oyunumuzun başladığı Ostavyat'a dönmüştüm. Normalde içinde bulunduğum Prigion'a göre özgür, özgür olduğu kadar da tehlikeli bir bölge. Ülkenin azılı suçluları aramak için her santimine asker diktikleri yer. Bir zamanlar yaşadığım, insanlardan kaçtığım, kalbimde nefreti büyüttüğüm yer. Elias'ın benim için planı riske atmayacağını söyleyip çekip gittiği yer. Hanna'nın Elias'a beni bırakma fikrini verdiği yer. Aleksey'in beni yakaladığı, tutukladığı ve idama gönderdiği yer. Özgür olduğu kadar tutsak olan çukur, Ostavyat...

Hemen bulabildiğim ilk yere, eski bir evin kenarına saklandım. Simsiyah giyinmiş, yüzünün gözlerinden aşağısı siyah bir bezle sarılmış biri koşarak yanımdan geçti. Kısacık siyah saçları vardı. O kadar acelesi vardı ki beni fark etmedi bile. O geçip gittikten sonra yere baktım, yerde kan lekeleri vardı. O koşan kişinin gittiği yolu takip ediyorlardı. Bu kadar ciddi bir kan kaybı mevcutsa nasıl koşmaya devam edebiliyordu?

Peşinden başka bir adam belirdi, aynı şekilde simsiyah giyimli, iri yarı bir adam. Elinde bir silah tutuyordu. Sokak lambasının altına geldiğinde fark ettim, sağ gözünden kan sızıyordu. Kaşının hemen altından elmacık kemiklerine kadar giden taze bir yara izi vardı. Neler olduğunu hafiften çözmeye başlamışken bir çığlık duydum, genç bir kızın çığlığı. Hemen ardından o çığlığı merhametsizce boğan bir silah sesi. Vakit kaybetmeden peşlerinden koşmaya başladım, kız kim olursa olsun çığlık atan bir kişiye kayıtsız kalamazdım. Hem, bu bir günahkarın değil bir kurbanın çığlığıydı. Çığlığın merkezine ulaştığımda o iki kişiden biri yerdeydi, diğeri ise onun hemen yanında ayakta duruyordu, elinde tabancayla beraber... Silüetim belirdiği anda katil ile göz göze geldik. Beni de ortadan kaldırmak üzere namluyu bana doğrulttu ama ben tecrübelerim sonucu ondan daha hızlıydım. Mermi kolunu delip geçti, bir hırlama eşliğinde kolunu kavradı. Bana attığı düşmanca bakışların ardından duvarı sertçe kavradı, bir zıplayışta çatıya ulaşmayı başardı. Onun peşinden koşmak mantıklı olmazdı, yerde yatan bedenin yanına koştum. Yüzündeki bezi indirdim, beti benzi atmış bir kız çocuğuydu. En fazla 15-16 yaşlarında olabilirdi. Kısa siyah saçları terden sırılsıklamdı. Nefes almak için çabalıyordu ama bir kere kolundan, bir kere de karnından vurulmuştu. Kıyafetinin sol kolunun yarısı yoktu, vurulan bölgeye tampon olarak kullanmış olmalıydı. Kapalı göz kapaklarının altından göz yuvarlarının yavaşça hareket ettiğini görebiliyordum. Kalbi avcının tuzağına düşmüş minik bir serçeninki gibi hızla atıyordu. Hızla ama duracağını bilircesine... Defalarca seslendim ona, uyanmasını söyledim, ama uyanmadı. Kalp masajı yapmayı denedim, yavaşça yanaklarını tokatladım, ben de korkmaya başladım. Gözlerimin önünde bir can daha kayıp gidiyordu ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu, hiçbir şey! En son zorlukla dudaklarını aralamayı başardığında kulağıma fısıldadı...

"Beni duyacaklar, diri olmazsa ölü olarak..."

Kız sakinleşti. Gözleri hareketi bıraktı. Kalbinin çaresiz çırpınışı son buldu, ciğerleri daha farklı bir diyarın havası ile buluştu. 

"Uyan."

"Uyansana."

"UYAN!"

Nabzını kontrol ettim, solunum yollarını kontrol ettim... Gitmişti. Sarsılmıştım. Çok ölü görmüştüm, elimi çok kişinin kanına bulamıştım ama hiçbir ceset bu kızınki kadar hayat dolu değildi. Hiçbir kan onunki kadar sıcak değildi. Hiçbir ölüm de onunki kadar huzurlu değildi, can çekişmesi sona erince sanki ona farklı bir dünyanın zenginlikleri sunulmuş gibi bir gülümseyle karşılamıştı benim korku dolu bakışlarımı. Yavaşça ayağa kalktım, bedenini sarsmadan kucağıma aldım. Tanımadığım birisine karşı bu kadar narin davranmam tuhaf gelebilir ama siz o masum yüzü görmediniz. Kanı bastığım toprakta bir su birikintisi gibi birikmişti, ayakkabılarıma kanı bulaştı. Paltoma da bulaştı ama umursamadım. Hızla Ostavyat'ın dışına doğru koşmaya başladım. Yağmur şiddetlendi. Sırılsıklam olmuştum, hem kan hem de yağmur kıyafetlerimi mahvetmişti. Kızın bedeni de soğumaya başlamıştı, Prigion'a gitmek için daha da hızlı hareket etmeye başladım.

En sonunda hastaneye vardığımda artık onun hiçbir şekilde kurtarılamayacağını biliyordum. En başından beri bunun farkındaydım ama yine de umutla dolu bir hayal kurmak istemiştim. Veya en azından onun kim olduğunu öğrenmek istemiştim, bilirsiniz, kedi merakı. Kapüşonumu iyice yüzümü kapatacak şekilde çekiştirip içeri girdim, hastanede bulunan herkesin bakışlarının bende odaklandığını hissedebiliyordum. Hastanedeki danışmana kızın durumunun acil olduğunu söyledim, cesedi iki hemşireye teslim ettim ve kapıdan dışarı çıktım. Belki içeride kalmam gerekirdi ama her şeyi riske atamazdım. Ufak bir kaza hem benim hem de Promethe örgütünün tüm üyelerinin işinin bitmesine neden olabilirdi. Yüzümü iyice kapatarak pansiyona doğru yürümeye başladım. Yolu bilerek uzattım tabii, takip edilme riskine karşı. Pansiyona geldiğimde sırılsıklam ve lekeli kıyafetlerimi hızla çıkarttım. Bulduğum ilk kıyafetleri giydim, her zamanki gibi siyah bir kazak ve eşofman altı, önceki kıyafetlerimi de alıp hızla banyoya gittim. Lekeleri çıkartmam lazımdı, yoksa yine başımı belaya sokacaktım. Suyun altında hızla ovalamaya başladım, lekeler çıkmadı. Bulduğum ilk deterjanı bir kaba doldurup kıyafetleri de içindeki deterjanlı suya bastırdım. Banyonun kapısını dışarıdan kilitleyip anahtarı da odama sakladım. Sıkıntı yoktu, tüm kanıtlar silinmişti. Hiçbir şey yapmamama rağmen bu denli tedbirli olmam normal değil...

Ertesi gün yapmam gereken haber tesadüf olamayacak kadar mantıklıydı. Bir o kadar da yürek burkuyordu manşet: "İKİ MERMİ, BİR HAYAT: SOPHİE ERLİCH". Dünkü kızın fotoğrafı ile bakışıyordum. Kimse bilmese de cinayetin tek şahitiydim, haberi en doğru ben yazabilirdim. Kollarımı sıvayıp yazmaya başladım, cinayet haberi sadece bizim ajansımızın çıkarttığı gazetelerde yazıyordu. On beşinde bir kızın ölümünü sadece bir ajans haber yapıyor... Kalp kırıcı...

Ertesi gün İsimud'un tüm gazeteleri June Seangel'ın şu kanlı satırlarıyla süslendi:

"12.04.2073 tarihinde Ostavyat'ta işlenen bir cinayette Sophie Erlich isimli bir vatandaş hayatını kaybetti. Germen uyruklu ve 15 yaşında olan Sophie Erlich, Hoffnung Lisesinde 2. sınıf öğrencisi olmanın yanı sıra İsimud Haber Ajansı stajyeriydi. Annesinin cümleleriyle o gün okulun gazete kulübü toplantısı nedeniyle arkadaşlarıyla buluşmuş olan Sophie'nin telefonu akşam 10'dan itibaren devamlı kapalı kalmıştı. Annesi kızının şarjının bittiğini düşünmüş, Sophie'nin arkadaşları da bu düşüncesini onaylamışlardı. Hatta annesi kızıyla arkadaşlarından J.H.'nin telefonu aracılığıyla 5 dakikalık bir telefon konuşması yapmıştı. Daha sonra arkadaşlarıyla otobüse binen Sophie ile annesi son bir telefon konuşması yapmışlar, ardından da J.H. otobüsten inip Sophie'yi otobüste yalnız bırakmıştı. Otobüs şöförünün cinayetten 2 saat önce öldürülmüş olduğunu bilmeyen Sophie bir delinin sürdüğü otobüste bir katilin vicdanına kalmıştı. Adam Sophie'ye acımadı ve yaklaşık 1,5 saat sonra, gece 3 sularında, Sophie'nin bedeni Dasein Araştırma Hastanesi'nin morgundan ailesi tarafından teslim alınmıştı. Adli tıp raporuna göre 2 mermi yarası olan Sophie, kimliği bilinmeyen bir şahıs tarafından hastaneye bırakıldı. Söz konusu kişiden herhangi bir bilgi alınamadı. Sophie'nin ailesi ve arkadaşlarının yas tuttuğu ve cenazenin dün öğleden sonra 3 sularında kaldırıldığı duyuruldu. Katilin sağ gözünde yara olan yetişkin bir erkek olduğu isimsiz bir şahit tarafımızdan ajansımıza raporlanmıştır."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Metal Kalp Bölüm 1: Kaçış

Metal Kalp Bölüm 29: Sanırım Affetti...