Metal Kalp Bölüm 25: Gözyaşlarına Yetecek Gücüm Yok
Masamda oturmuş, ajans tarafından bana verilen Sophie Erlich dosyasına bakıyordum. Sıradan bir genç kız ama işlenen cinayet profesyonel... Eline tabanca almamışlar bilmez, benim gibi suikastçıların dikkat ettikleri hususlardan her birine bu adam da dikkat ediyordu. Kızın peşinden koşarken tabanca sağ elindeydi, cesedin başucunda dururken sol. Mermi modeli ayırt edilmesi zor silahlardan M-6396 kullanıyordu, o silahı nerede görsem tanırım ben. Suikastçıların can dostudur bu silah. Sıradan bir katilin işi olan sıradan bir kadın cinayeti değildi bu vahşet. Planlıydı. O kızı öldürmek için plan yapmışlardı. Kim bilir, belki kızın arkadaşları da suç ortağıydı. Belki bana verilen tüm konuşma kayıtları yanlıştı. Ama Tanrı aşkına, 15 yaşındaki bir kız ölümü hakedecek ne yapmış olabilirdi ki?
Yüzümü ellerimin arasına gömdüm. Bir sorunu çözüyordum, yenisi ortaya çıkıyordu. Temizlediği ev iki dakika bile geçmeden yine dağılan bir hizmetçi gibiydim. Şu evi dağıtmayı bırakın artık! Dosyayı kapattım. Eğer bu cinayet planlıysa, benzerleri de olurdu. Ve olacak gibi de hissediyordum, Şimeon'un suikastı bir dizi felaketi tetikleyecekti. İnsanlar artık kendilerini kimin kurtarıp kimin kurtaramayacağını anlama aşamasındalardı. Yürürken meydanlarda protestolar görüyordum. Polislerin protestolara katılan herkesi tek tek tutukladığına şahit oluyordum. İnsanlar baskıyı fark ettikçe daha da öfkeleniyorlardı. Kimileri polisleri yaralıyorlardı, kimileri ise hükümet yanlısı haber yapan ajans çalışanlarını. Ülkenin her köşesi adeta Ostavyat'a dönmüştü.
Bir de şu kamera mevzusu vardı. O Joe denen adam deliydi. İşkolikti. Görev verildi mi sorgusuz sualsiz yapardı. Onun sorgulaması görevi dışındaki varlıklar ve olaylar için geçerliydi. Elindeki projeyi bitirmesi an meselesiydi, o meseleyi de çözmem gerekiyordu. Sadece onu öldürsem? Temelli bir çözüm değil ama en azından bana zaman kazandırır. O sırada da Sophie'nin katilini bulurum- ben buraya sadece Şimeon'un suikastı için gelmiştim işler ne ara buraya geldi...
Plansız ve hızlı hareket ettim, olacağı buydu. Başımı ellerimin arasından kaldırdım, saat 5.47. Kıyafetlerimi deterjanlı sudan çıkartıp iyice temizledim. Kan lekeleri iyice gitti. O gece orada bulunduğuma dair tüm kanıtlar silindi. Yine de bu kıyafetleri bir süre giymesem iyi olacak.
Sıradan bir gün geçirdim; yazılar, adli tıp raporları, röportaj soruları... Gece olduğunda bambaşka bir yüzle tekrar Ostavyat'a döndüm. Amaçsızca dolaşmaya başladım; bir ses, bir işaret, bir çığlık bekliyordum. Daha rahat görebilmek için binalardan birisinin çatısına tırmandım. Gecenin karanlığında 2-3 sokak lambası yerleri aydınlatıyordu, ay ise gökleri. Yıldızlar? Bu gece de küslerdi insanoğluna...
Derken karanlık gecede minik bir kıpırtı gördüm. 2 çatı ötede gördüğüm bu hareketin ardından vakit kaybetmeden koşmaya başladım. Belki karaltı beni gördü, bilmiyorum. Ama hızlandı. Peşinden gittim, mecburen yolu uzattım. Nihayet yanına vardığımda Ostavyat'ın dışına çıktığını fark ettim...
...Prigion'a gidiyordu...
Kesintisiz olarak onu takip ettim. Takip edildiğinin farkındaydı, kenar mahallelerden birisine saptı. Onu takip ettim, en sonunda bir çıkmaz sokağa saptı. Ben de onunla beraber saptım elbette. Bana doğru yavaşça döndü. Elindeki tabancayı sıkı sıkı tutuyordu. Birkaç saniye bakıştık, kimin ilk hamle yapacağını beklercesine. Sonra aniden garip bir şey oldu, bir an... dondum... Tabancasını hızla kaldırdı ve bana ateş etti. Vuruldum...
Vücudumda bulunan yüz binlerce sentetik sinir ağının hepsinin birleştiği bir nokta vardı. Göğüs kafesimin hemen altı tüm bu mikro sinir ağlarına ev sahipliği yapıyordu. Bu yüzden herhangi bir çatışma durumunda daima kollarım gövdeme yakın oynardım. Kalbimden veya herhangi başka bir yerden vurulmamın benim için bir önemi yoktu. Ama göğüs kafesimin altı, diyafram kasının bulunması gereken o bölge... Oraya alacağım herhangi bir mermi darbesi benim için felaketti. Bu noktaya Aşil noktası adı verilmişti, bu zayıflık tüm cyborglarda vardı. Ve bilin bakalım bu namussuz vücudumdaki hangi noktayı vurmuştu?
...Dünyam yavaşça kararmaya başladı. Aşil noktasına aldığım darbe yüzünden midem bulanmaya başladı. Boş bakışlarla karşımdaki duvara bakıyordum. O adam hâlâ oradaydı ama odaklanamıyordum. Karşı koyamıyordum. Her şey bulanıktı, hiçbir şey gerçek değildi, çektiğim acı dışında. Dizlerimde daha fazla güç kalmadı, yavaşça iki dizimin üstüne çöktüm. Ellerimi sıkı sıkı vurulan bölgeye ve karnıma bastırdım. Siyah sıvı akmaya başladı, benim kanım... Her şey gibi kanım da sahteydi. Sıvı ellerimi tamamen kapladı, yere doğru akmaya başladı. Dudaklarımın kenarlarından da sızmaya başladı. Öksürdüm, kanın acı tadı... Kafamı zorlukla kaldırdığımda katilimin artık orada olmadığını fark ettim. Beni vurmuş ve kaçmıştı. Başım dönüyordu. Dizlerimin üstünde duracak gücüm dahi kalmamıştı artık. Sağıma doğru yavaşça devrildiğimi hissettim, başımı sertçe yere vurdum. Kan sağ yanağımdan yavaşça yere doğru aktı. Yanağımdan yere doğru bir şey daha aktı...
...Bir damla gözyaşı...
Fazlasına gücüm yetmedi. Gözlerim kapanıyordu. Çok uğraştım, gökyüzüne bakmak için çok uğraştım. Ay'ı son bir kez görmek için çok uğraştım. Yıldızların verdiğim son nefes uğruna, onlar için attığım son bakış uğruna bir kez dahi olsa görünmelerini çok istedim... Rüzgarın son kez esip bana veda etmesini, yağmurun son bir kez yağıp beni korkularımdan arındırmasını çok istedim... Ama sanırım böyle şeyler sadece kitaplarda oluyor...
Yalnız ölmek alışkın olduğum bir fikirdi. Zaten eninde sonunda idam edilecektim, ölüm düşünmem gereken yegane gerçekti. Ama idam edilmek böyle bir ölüme göre yalnızlık sayılmaz ki... Olsun, belki de yalnız ölmek daha iyidir. Cesedim herhangi bir koku bırakmayacak, burası çıkmaz sokak, ölü bedenim dahi bulunamayacak. Sonra belki buraya sızmaya gelmiş bir bağımlı görecek benim bedenimi, korkup başına iş açılmasın diye kaçacak. İnsanlıktan çıkartıldığım için cesedim çürümeyecek bile. Olur da en sonunda fark edilirsem cesedimin neden bozulmadığını araştıracaklar. Cyborg olduğum ortaya çıkacak, maskenin çalışma olasılığı çoktan tükenmiş olacağı için Michelle Howell'in aslında infaz edilmediği ortaya çıkacak, halk kendisine yalan söylendiği için bir kez daha öfkelenecek, suç Aleksey'e kalacak. Onu da öldürecekler, yakınındaki herkesi öldürecekler. Benim infaz edilmediğim gerçeğiyle beraber Promethe Örgütü de çöküşe yaklaşacak, benim ölümüm yüzünden her şey mahvolacak...
Ölemem...
Daha Joe'yi durduramadım, Sophie Erlich cinayetini çözemedim, Adella'dan özür dilemedim, Promethe Örgütü'ne veda edemedim, Aleksey'i son bir kez göremedim, Huang-Li Chen'i öldüremedim, insanlara gerçekleri anlatamadım, Elias'ın yüzüne yumruğumu geçiremedim, abimden tüm gerçekleri öğrenemedim, yapacak çok işim var...
Ölemem...
Kuşlardan birisi, kızın gözyaşları tarafından kalbi delinmiş olan, kızın kalbinden parçalar koparmaya başladı. Kız çığlık attı, ağladı, gözyaşları daha çok insanın canını yaktı.
Sonum aynen böyle olacaktı. Ben ölecektim ama başkaları acı çekecekti...
ÖLMEMELİYİM, YAŞAMALIYIM
Yaşamak zorundayım ben...
Bu düşünceler arasında her şey daha da karanlık oldu, sonra yavaşça solmaya başladı her şey. Tek umudum, belki Tanrı beni onlara yardım edebileceğim bir yere gönderir...
---------İLAHİ BAKIŞ AÇISI---------
Michelle Howell, karanlık bir çıkmaz sokakta bilincini kaybetti. Adella Azerta maskeyi ölüm veya baygınlık anlarında devre dışı olacak şekilde tasarlamıştı, bilincini kaybetmiş kişinin gerçek yüzü ortaya çıksın diye. Michelle Howell ölümün kıyısında dahi vicdan azabıyla uykuya daldı, huzursuz ve acı verici bir uyku. O sokak kimsenin uğramadığı karanlık bir köşesiydi şehrin, ama o gece genç bir adamın yolu o sokağa düştü. Bu genç adam bir şeylerin ters gittiğini hissetmişti. İnsanlar tarafından merhametsiz bir canavar olarak çağrılsa da kalbi yeryüzündeki her adaletsizliği ve zulmü ona hissettirecek kadar güçlüydü. Sevdiği kişi tarafından dahi "acımasız" olarak damgalanan bu adam, omuzlarına tüm dünyanın yükünü yükleyen bir deliydi. Yerde yatan Michelle'i görünce ölüden beter hale gelmesinin nedeni de buydu. Kendi başına gelebilecekler umrunda değildi, tek istediği onun bir kere daha gözlerini açmasıydı. Bir kere daha o gri gözlerin mavi gözlerle buluşması tek dileğiydi Tanrıdan. Gökyüzü bakışlı çocuk, geceyarısı bakışlı adam olmuştu; ama kalbi engin ufuklar kadar masumdu.
Kızın yanına çömeldi ve bir yandan elini sıkı sıkı tutarken nabzını kontrol etti. Boğazına kadar gelen öfke ve intikam dolu çığlıkları, üzüntü ve özlem dolu gözyaşlarını yutmaya çalışırken kızın yaşayıp yaşamadığını kontrol etti. Yaşıyordu, ölüm ile yaşam arasındaki gizemli bir çizgide hâlâ hayattaydı. Genç adam Michelle'i yavaşça kaldırdı, karnından akan kanın yavaşça ona da bulaştığını fark etti. Yere bir saniyeliğine baktığında gözleri korkuyla büyüdü, Michelle'in vücudundaki tüm kanın yere akmış olduğunu zannetti bir anlığına. Nazikçe dudaklarına ve yanaklarına bulaşmış olan kanı temizledi. Hastaneye gidemezdi, ikisini de yaşatmazlardı. Michelle daha önceden onu vurduğunda yanlışlıkla karaciğeri yerine Aşil noktasını vurmuştu, o da aynı acıyla karşılaşmıştı. Onu bir hastaneye götürmüşlerdi ama...
...Michelle Howell'in bir hastaneye ihtiyacı vardı ve genç adam ne yapması gerektiğini bulmuştu...
Genç adamın kimliği mi? Dikkatli okuyucu tarafından bu kesinlikle bilinmiştir, ancak biz yine de söyleyelim...
Gece vakti sırtında Michelle, yüzünde simsiyah bir maske ve elinde ordu tipi bir D1I4E3 tüfeği ile Grimmzom Hastanesine doğru ilerleyen bu genç adam; geçen gün Michelle Howell'i öldürdüğü için ödül alan Aleksey Dima Boris'ti...
Yorumlar
Yorum Gönder