Metal Kalp Bölüm 23: Binlerce Olasılık, Hepsi Kafamda

Aleksey sert bir sesle sordu infaz ettiği yaşayan ölüye:

"Kimsin sen!"

"Augusta. Augusta Carney."

"Seni şu anda tutuklayabilirim."

"Tutukla o zaman."

Kulağıma doğru eğildi ve fısıldadı:

"Ama merak ediyorum, Augusta... Bu aptal cesaretine sahip olabilecek tek bir kişi tanıyorum ben..."

Beni kontrollü bir şekilde ona doğru döndürdü. Gözlerinin mavisi derinleşti, geceden kopmuş bir parça karanlık oldu.

"İnfaz ettiğim bir suçluyu rüyamda görmüştüm. Gökyüzündeydi. Elinde bir ok vardı. Yıldızlara nişan alıyordu, vurduğu her yıldızla beraber gökyüzünde yağmurlar yağıyordu. Boynunda ve bileklerinde zincirler vardı. Sonra birden bir kuş sürüsü etrafını sarıyordu. Ona kanat oluyorlardı. Sonra, gözlerinde siyah yaşlar akmaya başlıyordu. Yaşların yeryüzüne düşen her bir tanesi cehennem oluyordu orada yaşayan günahkarlara. İyilere ise cenneti sunuyordu onun gözyaşları. Ve sonra ne oluyordu tahmin etmek ister misin, Augusta?"

Gökyüzü bakışlı adam, gece yarısı bakışlı adam oldu...

"Kuşlardan birisi, kızın gözyaşları tarafından kalbi delinmiş olan, kızın kalbinden parçalar koparmaya başladı. Kız çığlık attı, ağladı, gözyaşları daha çok insanın canını yaktı. Ta ki kız gözyaşlarının yaktığı cehennemde yanıp ardında sadece kurumuş taç yaprakları bırakıncaya kadar... Bu hikayenin en acı tarafı neydi bilmek ister misin Augusta!"

Bir damla yaş gece yarısı mehtabı izleyen okyanus karanlığındaki gözünden yanaklarına doğru süzüldü...

"Ben bu rüyada izleyiciydim. Gökyüzünün boşluğuna zincirlenmiş bir vaziyette şahitlik ettim tüm bu olanlara. Kuşlar benim de etrafımda uçtular, benim kalbimden koparttıkları parçalarla kıza yardıma gitti bazıları. Ama ben kendi acımı hissedemedim. Hissettiğim tek şey, kız orada azap çekerken seyirci kalmış olmanın acısıydı. Bu acıyı biliyor musun Augusta?"

Sessizce güldü, neşeli değil, daha çok... üzgün olduğunuzda dinlediğiniz o müziğin tınısına benzer bir gülüş... Ne yapacağını bilemeyen çaresizlerin sahip olduğu bir gülüş... 

"Bilemezsin. Çünkü sen bir problem gördüğünde koşup yardım etmeye alışkınsın Augusta. Zaten çaresizliğe tahammülün olmadığı için koşup yardım etmeye alışkınsın sen, Augusta!"

Yumruğunu duvara, başımın hemen yanına sertçe çarptı. Elindeki damarlar belirginleşmişti. Ne yapacağını düşünüyordu.

"Sen öldün. Ölmediğin ortaya çıkarsa hem senin hem benim başım yanar. Git. Gidebildiğin kadar uzağa git. Sana yalvarırım git. Kaybol. Artık çıkma karşıma."

Yavaşça güçten düşercesine dizlerinin üstüne çökmeye başladı. Başı eğikti. Artık dünyayı görmeye, dünyanın acılarını çekmeye daha fazla tahammül edemeyecekmişçesine eğdi başına, eli de kendisiyle beraber yavaşça indi yere...

"Sana yalvarırım git artık. Ben... daha fazla dayanamayacağım. Seni bir kez daha öldürmeye dayanamam ben, Meleğim..."

Son sözleri bunlar oldu. Ayağa kalktı, tabancamı avucuma koydu, parmaklarımı tabancanın üstüne kapattı ve gölgelerden karanlığa yavaşça ilerledi. Yüzüme bile bakmadan gitti. Beni kalbimde kocaman bir boşlukla bırakarak gitti. Ne yapacağımı bilemeyeceğim bir vaziyette bırakarak gitti... Sevmeli miyim kaçmalı mıyım sorularının arasında beni yapayalnız bırakıp gitti... Her gidişinde gelirdi ama bu gidişin de dönüşü olacak mı acaba? Daha birkaç hafta öncesine kadar onun beni sevmediğine bu denli eminken neden şimdi bu hisler? Delirdim galiba...

Beni sıkıştırdığı karanlık delikten doğruca kapıya yöneldim. Karmaşanın arasında beni fark eden olmadı. Çıktım, bir taksi çevirdim ve doğruca pansiyona döndüm. Gitmem lazımdı. Rebelhive'a dönmem lazımdı. Eşyalarımı son hızla çantama koymaya başladım. Hangisi gerekli hangisi değil ayırt etmedim bile. Tabancamı çantama koyarken aklıma bu gece şahit olduğum konuşmalar geldi...

Yıldızlara nişan alıyordu, vurduğu her yıldızla beraber gökyüzünde yağmurlar yağıyordu.

Eğer şu anda gidersem, kullanışlı bir kimlik olan June tehlikede olacaktı. Gerçekte doğru dürüst var olmayan bir insan hüküm giyecekti ve ben muhabirliğin örgüt için yararlı olanaklarından bir daha yararlanamayacaktım. Bir de hükümetin yeni projesi vardı. Belki kalırsam kaleyi içten fethedebilirdim. Gidersem hayatta bir korkak, kalırsam yaşayan bir ölü olacaktım. Olumlu taraftan bakarsak, Michelle Howell ölüydü. Peki dijital maskeleri daha ne kadar kullanabilirdim ki? Eninde sonunda çalışan hiçbir maskenin kalmayacağı noktaya gelecektim. O zaman ne yapacaktım? Aslında maskeler beni 1-2 ay daha idare edebilirlerdi- hatta kendimi eve hapsetsem bu süre 3 aya bile çıkabilirdi. Ne yapmalıydım ki satranç tahtasının hükümdarı ben olayım..?

Boynunda ve bileklerinde zincirler vardı.

Gerçekten de var. Gitmek istiyorum, vazifem beni yere mıhlıyor. Kalmak istiyorum, geride bıraktıklarım çağırıyor. Sevmek istiyorum, çığlıklar beni ondan uzağa itiyor. Nefret etmek istiyorum, gökyüzünden damla damla düşüp kalbimi yakan yağmur izin vermiyor. Sanırım dönüm noktaları böyle şeyler. Ne yapacağım diye dertlendikten sonra yatağının üstüne atlayıp kafanı yastığına gömdüğünde düşüncelerin beynini ve kalbini ayrı kafeslere kapatıyorsa dönüm noktasındasın demektir. 

Kafamı yastığımdan bir santimetre kaldırıp dışarıya bir göz atıyorum. Şimeon öbür tarafı boylamışken onun katili olan ben elimi kolumu sallaya sallaya evime döndüm. Aleksey sert görünüyor. Tehlikeli. Onunla aynı tarafta olmayan herkes için Azrail. Ama ben? Karşısındakinin ben olduğumu anladığı anda karşımdakinin bir adam değil, kimsesiz bir çocuk olduğunu fark ediyorum. Üstüne çok bol gelen askeri üniformalarını giymiş bir çocuk adeta. Benden yardım istiyor. Verdiğimiz söze ihanet ettiğimi düşünüyor, bana çok kızgın bu yüzden. Kendisi de oturup düşünüyor bazen, ben niye kızgınım diye. Aleksey, sen sadece onlara karşı korkutucu bir yetişkinsin. Bana göre sen sadece kalbi kırık bir çocuksun...

Ona göre de ben kalbi kırık küçül bir kızım... Bakışları bazen sertleşip bazen yumuşuyor, beni hapse attığındaki amacını şimdi anlamam da çok mu garip? Resmi kayıtlardan sildi benim varlığımı ki temiz bir hayata başlayabileyim. Ne yazık ki Aleksi, daha yapmam gereken çok iş var. Rebelhive'ın kraliçe arısı diğer kovanlara saldırı düzenlemek istiyor, haddini bilmeyen kovanlara...

Yataktan kalktım. Yapacağım şey basitti, iletişime geçebileceğim kimse yoktu, isyan için istediğim ortamı tutturmuştum. Çaktırmadan kurcalamam lazımdı. Yakalanmaktan endişe duyacağım bir durum şu anlık yoktu. Şiemon'u öldüren Augusta'ydı, June veya Michelle değil. Aleksey beni ihbar edemezdi, ederse sahtekarlığı ortaya çıkardı. O da idam edilirdi. Tanrım, olaylar o kadar karışık ve çok katmanlı bir hale gelmişti ki... Satranç tahtası dönmüştü hayat, yaptığım her hamle birisini etkiliyordu: piyon, vezir veya ana hedefim şah...

Güldüm, kahkahalar atmaya başladım. Oyun bitti zannedenlere duyrulur: OYUN DAHA YENİ BAŞLIYOR! MİCHELLE HOWELL DÜNYAYI ATEŞE VERENE KADAR DURMAYACAK!

Kendimi sırtüstü yatağa attım. Gülümseyerek huzurlu bir uykuya daldım...

Ertesi gün iş yeri gerçekten felaket karışıktı. Bizim başkan olan kadın deli gibi bağırıyor, baskıya yetiştirilmesi gereken röportajdan bahsediyordu. Şimeon'un ölüm haberini de yapmamız gerekiyordu, deli gibi bir köşeden diğerine koşturuyorduk. Röportaj temize çekildi, farklı grupların yaptığı farklı röportajlar da aynı şekilde, ölüm anıyla ilgili birinci derece şahitler dinlendi, polis raporu kontrol edildi, zorla araştırma izni çıkarttırıldı, olay mahalinin fotoğrafları çekildi. Ve sonuç? Hakkımda tehlikeli olabilecek tek şahitlik Patricia Waeslen adlı 47 yaşında bir kadına ait:

"19 yaşlarında, esmer tenli ve siyah saçlı bir kızı merdivenlerde gördüm, cinayetten hemen önce. Gömlek-pantolon giyiyordu. Ama aynı kız cinayet olduktan çok sonra binadan çıkış yaptı. Elinde ne tabanca ne de öyle bir şey vardı. Korkmuş görünüyordu, bakışları boştu. Cesede hiç bakmadan binadan çıktı ve bir taksi çevirdi."

Gizli bir gülümseme ile bu şahitliği de diğerlerinin arasına koydum. Klasörü kapatıp masamın üstünde bıraktım. Elime son birkaç gündür çıkan tüm gazeteleri aldım. Tıpkı planladığım gibi, saklanması imkansız bir cinayet olmuştu. Gazetelerin her köşesinden Şimeon'un cinayeti ile ilgili haberler, fotoğraflar, röportajlar ve hatta dedikodu köşeleri fırlıyordu. İnsanlar bu denli "tehlikeli bir katilin" onlara neler yapabileceğinden korkmaya başlamışlardı. Adli tıpçılar neredeyse her gün ajansa içeriden bilgi getiriyorlardı. Şimeon bir K-5366 silahıyla vurulmuştu (M-6396 silahı kullanmıştım). Şimeon 2 gün sonra defnedilecekti. İnsanlara bu bilgileri açmamaları söylenmişti ama değerli adli tıpçımız George Kaelsen her zamanki gibi bu değerli bilgileri bizlerden esirgememişti.

Eve dönerken bunları düşünüyordum. Basit bir plan nelere evrilmişti böyle... Gerçi şikayetçi değildim, ama benim gibi iyi bir insanın "iflah olmaz korkunç canavar yürekli bir katil" olarak damgalanması da canımı yakmıyor değildi. Pansiyona vardığımda nihayet maskeyi yüzümden çıkarttım. Aynaya baktım, adeta gerçek yüzümün nasıl nasıl olduğunu unutmuştum. Günlerdir kılık değiştirmekten, sahte gülümsemeler takınmaktan yorulmuştum... 

Zaman zaman aklıma Aleksey geliyordu... Ne yaptı merak ediyordum, bir yandan da biliyordum ki kalbimin bu denli yumuşamasına izin vermemeliyim... Ya Aleksey'in de amacı buysa, ya amacı beni zayıf düşürüp en zayıf olduğum anımda kalbimden bıçaklamaksa? Belki de o bunların hepsini kasıtlı olarak yapıyordu. Amacı kafamı allak bullak etmekti! Tabii ya, şu an ne düşüneceğimi bile planlamıştı kesin! Beni avuçlarının içine almıştı, beni bir kukla gibi kullanıyordu. O duygusal çocuk rolleri sadece birer maskeydi, yoksa neden düşmanına yaşama şansı versin? O zaman neden beni ölü olarak gösterdi? Ün kazanmak için tabii. Ama o beni tanıyor, ben gıcığına kendimi tüm dünyaya canlı yayın vasıtasıyla gösteririm! Neden böyle bir kumar oynuyor, aklını mı yitirdi, ben mi aklımı yitirdim, ben aklımı yitirmedim, hepsi birer oyun, üstüme kumar oynuyor!

Farkında olmadan çığlık atıp yastığı duvara fırlatmışım. Oturup yüzümü ovaladım, nefes verdim. Yok ben iyi değilim, plan düşünmekten bitap düştüm. Ama az kaldı, Joe'nin planını da ortaya çıkartayım, sonra isterlerse beni idam etsinler. 

Pijama olarak bol, siyah bir kazak ile lacivert eşofman altı giydim, nihayet uyuyabildim. Rüyamda gün boyu düşündüğüm her türlü olasılığı minik farklarla defalarca yaşadım. Yığınlarca olasılığı test etmekle geçen yorucu bir rüyanın ardından sabah zorlukla gözlerimi araladığımda ölüm, hapis ve acılarla geçen hayatları bir saniyeliğine tekrar gözümün önünden geçirdim. Binlerce olasılık, hepsi kafamda...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Metal Kalp Bölüm 1: Kaçış

Metal Kalp Bölüm 29: Sanırım Affetti...

Metal Kalp Bölüm 24: Kanlı Bir Anı