Metal Kalp Bölüm 19: Sürpriz Görev
Araştırmam bitti. Şimeon hakkında bilmem gereken her şeyi biliyorum, geriye plan yapmak kaldı. Madem benim yüzümden sonraki tüm planları riske girdi, ben de her şeyi düzeltirim o zaman. Oraya geri döneceğim, o adamı öldüreceğim ve isyanı başlatacağım. Zaten kaybedecek bir şeyim yok, en kötü ihtimalle ölürüm...
Herkesin uyuduğu vakitte odamdan çıkıp Adella'nın odasına doğru sessizce yürüdüm. Kapının kolunu sessizce çevirdim. İçeriye girdim. Adella turuncu renkli pijamalarıyla derin bir uykudaydı. Adella'nın icatlarını koyduğu çekmeceye doğru ilerledim. En üstteki çekmece, çöpler için. Ortadaki üstünde çalıştıkları, en alttaki ise mükemmel çalışan icatları için. Adella yabancı birisi cihazlarını alamasın diye böyle bir sıra geliştirmişti, en üstteki çekmece genelde kusursuz çalışan cihazlar için kullanılırdı çünkü. Dikkatlice en alttaki çekmeceyi açtım, iki minik küpe şeklindeki dijital maskeleri buldum. Ufak bir vicdan azabı hissettim, birkaç saniyeliğine... Ama hepimiz doğru şey için yanlış davranışlarda bulunuruz bazen, değil mi?
Odama hızlı ve sessiz bir şekilde geri döndüm, kapıyı kapattım. Birkaç saniyeliğine koridorda herhangi bir ayak sesi var mı diye kontrol ettim. Dolabıma doğru yürüdüm, Adella'nın bana verdiği kıyafetleri ne olduklarına bakmadan hızlı hızlı bulduğum bir çantaya doldurdum. Ve tabii ki Adella'nın saç spreyleri... Çekmecemin derinliklerinde bir yerde birkaç çalıntı veya sahte kimlik vardı, onları da aldım. Üstüme siyah kazağımla pantolonumu da giydikten sonra 3. firarıma hazırdım.
Kapıyı sessizce açıp koridorda dikkatlice koşmaya başladım. Kapıya ulaştım ve tesisten çıktım. Gelirken kullandığımız helikopteri Hideo kalıntıların arasına saklamıştı. Helikoptere ulaştım, üzerini örten yaprak ve toz tabakasını sıyırdım. Helikopter kabinine girip koltuğa oturdum. Kontrol kollarını kavradım ve derin bir nefes aldım.
"Tanrım yardım et..."
Ve motoru çalıştırdım. Hükümetin özel askeri helikopterlerinden olduğu için pek gürültü çıkmadı. Helikopter yukarıya doğru süzüldü ve Rebelhive'den uzaklaşmaya başladım.
Planım çok katmanlı ve karmaşık bir plandı. Kimlikleri ve maskeyi kullanarak sahte bir insan olacaktım. Şimeon'un gelecekteki tüm iş toplantıları takvimi elimdeydi. O toplantılara katılıp onu devamlı olarak takip edecektim. En sonunda da işini bitirecektim. Planım genel olarak buydu. Daha önce bir kere onlardan kurtulmayı başarmıştım, bir kere daha başarırdım...
Yol yaklaşık birkaç saat sürdü. Varışa yakın helikopteri otomatik pilota aldım, maskeyi taktım. Sahte kimliklerden bir tanesinde gördüğüm kızın görüntüsüne sahip olmaktı amacım. Bir değişim hissetmedim ama camdaki yansımama baktığımda gördüğüm yüz benim yüzüm değildi. Bembeyaz tenli, ceylan gözlü, ince dudaklı bir kızdı bana bakan. Saç spreyiyle saçlarıma rastgele geçişler yaptım. June Seangel adına olan sahte kimliği aldım. Helikopterden indim. Etraftaki sivil polislerin saniyeler içinde hedefleri olacağımı biliyordum. İşte bu yüzden yanımdaki sahte kimlik sadece üstüne rastgele fotoğraf basılmış bir kart parçası değildi. Gerçekte var olmayan bir insanın tüm geçmişini barındıran bir anahtardı. Kimliğimi araştırmak üzere fotoğrafım çekildiğinde önlerine gelen sayfa genç bir kadının sahte geçmişini anlatacaktı.
Bozuntuya vermeden sahilde yürümeye devam ettim. Anayola çıkınca yakındaki ilk metro istasyonuna kadar yürüdüm. İstasyon sessizdi ama istasyonda bekleyen insanlar vardı. Sessizce bir sandalyeye oturdum. Etrafımı izlemeye başladım. Genç bir kadın ve elini tutan beş yaşlarında bir kız benden biraz uzakta oturuyorlardı. Kadın mor bir elbise giyiyordu, üstünde siyah bir mont vardı. Küçük kız ise pembe bir kazak ve gri eşofman altı giyiyordu. Solumda ise yaşlı bir adam ayakta duruyordu, siyahlara bürünmüştü. İleride birkaç genç ellerinde çantalar ile yerde oturuyorlardı. Hepsi bundan ibaretti...
"Tüm yolcularımızın dikkatine, Basburg'a gidecek tren 15 dakika gecikmeli gelecektir. Sakince beklemenizi rica ediyoruz. İyi günler."
Ve tekrar sessizlik...
Küçük kız ağlamaya başladı. Kadın onu susturmaya çalıştı ama küçük kız ağlamaya devam etti... Yaşlı adam ters bakışlarla onlara doğru baktı ama genç kadının bakışları daha sertti. Adama aldırmadan küçük kızı susturmaya çalışmaya devam etti. İlerideki gençler sızmışlardı, dünya umurlarında değildi. Bense bu kadar ses arasında sessizce oturuyordum.
Nihayet tren geldi. Kadın ağlarken uyuyakalmış küçük kızı kucağında taşıyarak trene bindi. Yaşlı adam adeta onları ittirircesine trene bindi. Sarhoş gençler ise dengelerini zar zor sağlayarak sarhoş kıkırtılar eşliğinde metroya binip kendilerini koltuklardan birine attılar. Bense sakince koltuklardan birine geçtim. Başımı cama yaslayarak tüneli izledim...
Duyduğum bir öksürük sesi üzerine dikkatimi tekrar trenin içindeki yolculara verdim. Yaşlı adamın gözlerini bir saniye bile olsa genç kadından ayırmadığını fark ettim. Öylesine normal bakışlar değildi bunlar, sadece bir kadının altındaki gizli niyetleri anlayabileceği pis bakışlardı. Bir şeyler normal değildi... Ve korkarım ki adamın aklında çok lanetli fikirler dolaşıyordu... Trende bulunun 9-10 yolcunun varlığı bu adamın pis düşüncelerini eyleme dökmesini engelleyebilir miydi ki?
...Engelleyemezdi. Böyle bir adam gerekirse trendeki diğer yolcuları devre dışı bırakır, genç kadının yanındaki çocuğu öldürür, yine de pis düşüncelerinden vazgeçmezdi... Genç kadın da bu durumdan rahatsız olmuştu, göz ucuyla çaktırmadan adamı kontrol ederken yanındaki küçük kızı her türlü kötülükten korumak istercesine kendine daha da yaklaştırıyordu.
Ani bir kararla yerimden kalktım ve üçünün arasındaki boş koltuğa oturdum. Adamın delici bakışlarını ve genç kadının güvensiz bakışlarını hissedebiliyordum. Burada önemli olan şey şuydu: ben kendimi koruyabilirdim. O kadın savunmasızdı. Bu adam gibi pislikler özgürdü, daha nice masumun hayatı tehlikedeydi. Bu dünyaya adalet lazımdı...
Tren hareketine devam ederken ileride oturan sarhoş gençler gittikçe daha yüksek sesle konuşmaya başladılar. Sözleri anlaşılmaz gevelemelerden ibaretti. Sessiz trende sesleri yankılanırken içinde bulunduğum ortamdaki gerilim gittikçe artıyordu. Hissedebiliyordum. Adamın sessiz bakışlarında bana da bir felaket yaşatabileceğine dair tehditler vardı...
...Denesin de görsün gününü bakalım, onu bir kadına dokunduğuna nasıl pişman ediyorum..!
Dakikalar böyle geçti. Yaklaşık bir saat sonra, tren şehir istasyonuna ulaştığında gürültülü bir fren sesi duyuldu. Tren durdu. Genç kadın ve küçük kız kalktılar, ben de beraberlerinde kalktım. Elbette ki yaşlı adam bizi takip eder vaziyette... Kadına arkasından sessizce yaklaşıp güler yüzle, sanki yol soruyormuşçasına fısıldadım.
"Sakın arkana bakma. Ben arkanızdayım, size zarar veremeyecek. Ne olursa olsun arkanıza bakmayın. Kızı da koru, ona zarar gelmesin."
Kadın zayıf bir gülümsemeyle rolüme karşılık verdi. Korktuğu her halinden belliydi, ama elleriyle olmayan bir noktayı işaret ederek bunu mükemmel bir şekilde sakladı.
"Anlıyorum, izin verin size yolu tarif edeyim. Çıkış kapısından çıktıktan sonra sola doğru yürüyeceksiniz, kütüphaneyi ve adliyeyi geçtikten sonra sağa dönmelisiniz, düz giderseniz yol uzar. Hatta beni takip edin, ben sizi gideceğiniz yere kadar götüreyim."
Gülümsedim, onlar yürüdü ben de onları takip ettim. İhtiyar takipçimiz bizi izlemeye devam ediyordu. Kadın bana doğru dönüp fısıldadı, gözlerinden bu sefer saf korku ve minnettarlık akıyordu.
"Bizim evimiz buranın yakınlarında, buraya kadar bizi koruduğun için minnettarım. Daha fazla gelmene gerek yok. Minnettarım."
Gülümsedim ve hafif yüksek sesle ve bozuk bir aksanla cevap verdim.
"Ben teşşekkür ederrim, sizz ollmazaydınız yollu hayyatta bulamazzdım."
İkisi sokaktan sapıp gözden kaybolurken takipçinin bakışları benim başımın arkasında yoğunlaştı. Bulunduğum ara sokakta beni sıkıştırdığını, burada bana istediği kötülüğü yapabileceğini, kimsenin çığlığımı duymayacağını zannediyordu aptal. Aslında en büyük kötülüğü kendine yapmıştı o aptal.
Ellerimi arkada tutarken tabancama sessizce susturucu taktım. Döndüm, sokaktan çıkarcasına yürürken tabancayı kavrayıp ona ateş ettim. Yüzündeki şok ve ölüm korkusu paha biçilemezdi. İnsanların onurlarına kasteden bir insanın ölümünün hayatı kadar acı verici ve iğrenç olması ilahi adaletin en büyük hediyesiydi kanımca. Birkaç el daha ateş ettikten sonra hiç muhatap olmadan oradan uzaklaştım.
...Bu iş de hallolduğuna göre asıl görevime geri dönebilirdim...
Yorumlar
Yorum Gönder