Metal Kalp Bölüm 16: Şaka Gibi
Çömelmiş bir halde deniz kenarında gizleniyordum. Sesler duyuyordum ama bu seslerin dost mu düşman mı olduğunu bilmiyordum. Korkuyordum... İnsan bilmediği şeyden korkmaz mı zaten?
Adella ile konuştum. Şu an tek yapabileceğim beklemek. Ama Adella nerede olduğumu dahi tam olarak bilmiyor, beni bulması Tanrı bilir kaç gün sürecek... Açlığa karşı dayanıklıyım, susuzluğa karşı da ama bir dereceye kadar... Ve sonra? O zaman zayıf insan güdülerim tekrar devreye girecek. Açlığımı dindiremeyeceğim, vücudumda doğru dürüst organik madde yok, acı çekmeye başlayacağım... Acı içinde, yapayalnız öleceğim...
Düşüncesi bile canımı acıtıyor...
Başımı hafifçe yukarıya çevirdim. Hava bulutlu. Belki yağmur yağar...
...Belki yağmur yağar...
...Göz kapaklarım ağırlaşıyor...
---18 Yıl Önce---
"Anne yaaamuur yağyooo!!"
Pencere kenarındaki kahverengi-beyaz koltukta otururken yağan yağmurun etkisiyle heyecanlandım. Üzerimde mor bir kazak ve annemin dolabından büyük bir beceriyle çaldığım siyah etek vardı. Elimde ise jelibon paketim. Çilekli olanlardan... Annem saçlarımı iki minik at kuyruğu şeklinde toplamıştı. Annem siyah kapaklı bir kitap okuyordu. Hafta sonu tatili için eve gelen babam abime orduda yaşadıklarını anlatıyordu. Hepimiz bir odadaydık ve ben saçma bir şekilde çok mutluydum. Nedenini kim bilir? Çocukken, masumken her şey mutlu ediyormuş insanı...
Annem gülümsedi. Bana bakmadı ama dudaklarının hafifçe kıvrıldığını gördüm. Bu da beni mutlu etti. Annem gülümseyince kendimi güvende hissediyordum. Her şey mükemmelmiş gibi... Koltuktan aşağı atlayıp abimle babamın yanına koştum ve babamın kucağına hızlıca oturdum. Abim "Sen de nereden çıktın gıcık?" dercesine bir bakış attı bana. Takmadım tabii, sadece babama sarıldım. Babam alnıma bir öpücük kondurdu ve askeri eğitim anılarını anlatmaya devam etti. Birden annem kısık bir sesle sordu:
"Gitmesen..."
Babam anneme baktı ve içini çekti. Beni kucağından yavaşça indirdi:
"Hadi bakalım Laurance, Michelle'i al da yatmaya götür. Çok geç oldu."
"Ama babaa-"
"Hadi bakayım, yoksa büyüyüp güçlü bir asker olmak istemiyor musun sen?"
"Siz savaşta uyumuyorsunuz ki. Savaşta uyunmaz ki?"
Babam biraz duraksadı ve güldü:
"Cevabını uyuyup uyanınca veririm. Hadi bakalııım."
Babam bizi odadan kovdu ve kapıyı kilitledi. Abim aniden kapıya yapıştı ve dinlemeye başladı. Ben de abimi taklit ederek kulak kabarttım...
...İçeriden annemin ağlama sesleri geliyordu...
"Gitme... Bir şey yapamaz mısın? Michelle daha çok küçük lütfen... Seninle biraz olsun vakit geçirmek onun da hakkı değil mi?"
"Coralie... Bunları konuştuk ama, değil mi?"
"Lütfen, gitme..."
"Coralie..."
"Michelle sen olmadan yapamaz, Laurance ona nispeten büyük olsa da hâlâ küçücük... Gitme Kelvin yalvarmamı mı istiyorsun!!?"
Derin hıçkırıklar, neredeyse sessiz birer çığlığa dönüşmek üzereler...
"Aklımı kaçıracağım Kelvin, bir daha geri dönemeyeceksin... Bir amaç uğruna ölmen bana şeref verir ama seni bir hiç için ölüme gönderiyorlar!"
"Şşşşşş, sakin tamam mı? Çocuklar duyacak-"
"Duysunlar. Seni bir hiç uğruna kurban edeceklerini duysunlar..."
Annem hıçkırıklarına devam ederken abim beni kolumdan sürüklercesine odamıza götürdü. Yataklarımıza yattık. Dakikalar geçti ama ben uyuyamadım. Koyun saymayı denedim ama koyunlar uykularımı çaldılar bu gece... Abime doğru döndüm...
"Abi..."
"Abi..."
"Abi-"
"Ne oldu Chelle?"
"Annem ağlıyo..."
"Evet."
"Niye?"
"Bilmiyorum."
"Ben korkuyom."
Abim altına saklandığı battaniyeyi nefes alabilecek kadar açtı ve bana döndü:
"Gel yanıma sarılayım."
Battaniyeyi üzerimden atıp abimin yatağına atladım. Tüm battaniyeyi kendi üzerime çektikten sonra uyuyakaldım...
--------------------------------------------------
UYUYAKALMIŞIM.
Azrail etrafımda uçarken ben burada uyuyakalmışım! Ve her yerde sesler... Ayağa kalktım. Etrafım tamamen kayalıktı, nereye gidersem gideyim kimliklerini bilmediğim bu kişilerle karşılaşacağım... Hızlıca karar verdim. Ellerimle kayalığa tutundum ve tırmanmaya başladım.
...Sesler giderek artıyor...
Ve tırmanırken benim ellerim kayıyor, başım dönüyor... Sesler, sesler ve sesler...
-Silah sesi-
Mermi sırtıma saplanıyor, iki kürek kemiğimin arasına. Sentetik deride bir delik oluştuğunu hissedebiliyorum.
Acıttı.
Elim kaydı ve son anda başka bir yere tutundum. Aniden yavaşça artan bir rüzgar sesi ve gözümü kamaştıran ışıklar her yeri kapladı. Helikopter, C Timi, askerler... Ben kayalığa tüm gücümle tutunurken yüzünde gümüşi renk maske takan birisi helikopterden aşağı atladı. Maskesinde siyah sarmaşık desenleri vardı ve siyah tshirt üstüne siyah ceket ve siyah pantolon giyiyordu. Siyah bir kapüşon saçlarını gizliyordu. Bana doğru yaklaştı. Kaçabileceğim hiçbir yer yoktu...
Kolumu kavrayıp beni yukarı doğru çekti. Dengemi kaybedip düşer gibi oldum ama kolumu şiddetle kavrayan kolu nedeniyle yerimde kaldım. Etrafına bakındı ve tabancası bana çevrilmiş onlarca askere ateş açmak için beklemelerini anlatan bir şekilde elini kaldırdı. Bileklerime kelepçeleri taktı ve beni adeta helikoptere doğru fırlattı. Sonra hırıltılı bir sesle konuştu:
"Siz Ordu Merkezine geri dönün. Ben ve Howell biraz sohbet edeceğiz."
Helikopterin pilot koltuğuna oturdu ve helikopteri çalıştırdı. Yükseldik. Ama bir problem vardı...
...Ordu Merkezine zıt istikamette gidiyorduk...
"Nereye gidiyoruz?"
Sessizlik...
"Cevap verecek misin?"
Helikopteri otomatik pilota aldı ve koltuktan kalktı. Yanıma geldi. Eğildi ve elindeki tabancanın namlusunu alnıma dayadı. Birkaç saniye yüzümü inceledikten sonra geriye adım attı ve yüzündeki maskeyi çıkarttı...
Kahverengi ciltli, lüle lüle siyah saçlara sahip genç siyahi bir adamın yüzü ortaya çıktı. Hırıltılı bir sesle konuştu:
"Başıma çok dert oldun Howell. Gerçekten. Kendini bir şey sanan ve var olan düzen bozmaya çalışan nankör anarşistlerden tiksinirim."
Sonunu merak ediyorum...
"Senin yüzünden görevimi kaybetmek üzereydim. Ve bana mükemmel bir görev verdiler..."
Boynumu kavrayıp beni yere fırlattı, ayağını da göğsüme bastırarak beni yere zımbaladı. Nefes almamı zorlaştırıyordu ve kalbimi eziyordu. Bastırmaya devam etti, kelepçelenmiş ellerimle ayağını itmeye çalıştım ama pozisyonum çok tersti. Ben mücadele ederken biraz daha çömeldi ve namluyu daha da bastırdı. Alnımda namlunun izinin çıktığına yemin edebilirim.
...Ve ben biraz korkmaya başladım, bu adamın yüzündeki şeytani ifade beni tedirgin ediyordu ve acı çektirerek öldürmeye çalışıyordu...
Çığlık attım; öfke, nefret ve kurtulma ümidi ile atılmış bir çığlıktı bu. Elini ve ayağını itmeye çalıştım.
...Sonra garip bir şey oldu...
Adam gülmeye başladı. Geri çekildi ve kahkahalar atmaya başladı. Ben hızlıca oturup geriye doğru süründüm, ayağa kalktım. Bu psikopattan gerçekten korkmaya başladım...
Elini şakaklarına götürdü ve bastırdı. Birden yüzünün hatları parça parça erir gibi oldu, parladı ve başka bir yüze dönüşmeye başladı. Kahkahası da bir kadın kahkahasına dönüştü...
Yüzü Adella'nın yüzüydü!
Adella gözlerimin önünde kahkahalar atıyordu, gülmekten yere düşmek üzereydi. Ben ise anlamaz bakışlarla ona bakıyordum. Adella yanıma geldi ve elini omzuma koydu. Ben ise o kahkahalarla gülerken yapılabilecek en mantıklı ve insani tepkiyi vererek yumuşakça tokatladım.
Adella birkaç saniyeliğine bana baktı ve gülmeye devam etti:
"Tanrrrrrrıııım, Tanrımmmm yüzündeki o ifadeeeeee-"
"TANRI CEZANI-"
"Sus Miche çooookk iyiydiiiiiii bilsem daha önce yapardım..."
Sinirim o kadar bozuldu ki gülmeye başladım.
"Çok mu komik!?"
"Evet."
"Aptal. Aptalsın sen Adella!!!!"
Güldü:
"Biliyoruuuum."
Sarıldık.
"Gelmemi söyledin ben de geldim. Başka türlü gelmemin imkanı yoktu."
"Tabii canım..."
Adella'nın mükemmel şakası işte...
Adella kahkahasını durdurduktan sonra tekrar pilot koltuğuna geçti. Ben kaç aylık zehir olmuş uykularımın telafisi olarak uyurken o da helikopteri kullandı.
--------------------------------------
Rüyamda bir odadayım. Bir masada oturuyorum. Ellerim kelepçeli, sandalyeye zincirlenmişim. Sonra bir şey bacaklarıma sürünmeye başlıyor, bir yılan... Yaklaşıp boynumu ısırıyor, çığlık atıyorum ama hiçbir şey duyamıyorum... Tabancalar var masanın üstünde, bir bilgisayar beliriyor aniden masanın üstünde. Ekranda ağlayan çocuklar, bebekler, kadınlar, adamlar var. Ama ses yok...
Ekrandan kargalar uçuyor aniden, saçlarıma, yüzlerime konuyorlar. Gagalarıyla derimin her santimini söküyorlar, canım yanıyor ve yardım istiyorum ama ses yok...
Kimse yardımıma gelmiyor..
Kargalar beni paramparça ettikten sonra beni boğan yılanı yakalayıp uzaklaştırıyorlar. Yılanı kanatlarıyla kapladıktan sonra yeşil bir ışık çıkıyor, kargalar yere düşüyorlar...
...artık ölü kargalar...
Ölü kargaların ortasında Aleksey duruyor... Bana yaklaşıyor, paramparça olmuş vücudumu elliyor ve gülüyor. Kahkahalarının sesi geliyor, duyduğum tek ses haline geliyor...
Ve kokunç bir sarsıntıyla zincirler çözülüyor ve bir ameliyat masasına düşüyorum. Bir kuzgun tünüyor ve gözlerimi oyuyor...
İlk defa attığım çığlığı duyuyorum...
Ve yine bir sarsıntı...
-------------------------------------
"Micheeee uyaaan!"
Derin bir nefes alarak uyandım. Etrafımı idrak etmeye çalışırken kabusumun da etkisiyle uyandım...
"Ne?!"
Sırıttı:
"Vardık Miche."
Örgütün merkezine ulaşmıştık...
Yorumlar
Yorum Gönder