Kırık Kont Bölüm 19: Nilüfer Parlaklığında Bir Gece

Hiç biriyle aranızda kopması imkansız bir bağ varmış gibi hissettiniz mi? Ondan asla vazgeçemezmişsiniz gibi... Artık sevmeseniz de, size acı da çektirse yine de bağlı olmak zorundaymışsınız gibi...

Bileğimdeki bu gül izi bu lanetli sadakatin bir sembolüydü. Kazara birbirimize bağlamıştık kaderlerimizi, onun acısı benim acım, nefreti benim nefretim, sevinci de benim sevincimdi... 

Hani bazen kalbinizde durduk yere bir burukluk hissedersiniz ya. Canınız acır, keyfiniz kaçar, ama ne olduğunu anlayamazsınız. Bu acının nedenini düşünürsünüz ama hiçbir sonuç elde edemezsiniz... İşte o acı aslında bir bağın sonucudur. Kalbiniz bağlantılı olduğu kişinin canının yandığını anlatır size... Belki o kişiyi bulursunuz günün birinde, belki hiç bulamazsınız... Yaşadığınız hayatta birbirinizi kaybedince daha da artar bu ağrılar, artık kalbiniz hiçbir acıyı hissedemeyecek kadar taşlaşana kadar...

Yerimden kalktım. Bu bağı kopartmak zorundaydım. Bunu yapabilmek için karanlığın diplerinden doğmuş birisinden yardım istemeliydim...

...Kimera...

Ellerimi açıp gökyüzünü kestim. Tekrar ortaya çıkan cehennem geçitinden geçip kendimi karanlık bir odada buldum. O kadar karanlıktı ki yaktığım ateş sanki hiç var olmamışçasına karanlığın içinde yitip gidiyordu. Bir kör olarak karanlığın ortasında duruyordum şu an...

Sonra aniden bir ses duydum, bir ayak sesi. Sonra da önce cılız başlayan, sonra da gittikçe güçlenen bir alev gördüm. Karanlık odanın tam ortasında yanan bu alev karşımdaki kişiyi görünür kılıyordu. Üstünde siyah bir gömlek, siyah bir pantolon ve yakut bir maske takan birisiydi bu kişi. Maskenin üstü nilüfer desenleriyle süslüydü. Bana baktı ve bana doğru bir adım attı. Hiç kımıldamadan onu izledim. Bir adım daha atınca serbest bıraktığı uzun kızıl saçlarını gördüm...

...Kimera..?

Elinde simsiyah bir kılıç tutuyordu, kabzası yakutlarla süslenmişti. Bana baktı ve ilk defa sesini duydum:

"Neden geldin?"

Sesi biraz inceydi. İnce ama güçlü... Kılıcı elinde sıkı sıkı tutuyordu ve anladığım kadarıyla en son onu yere yapıştırdığım için son derece kızgındı. Elimi kaldırıp durmasını işaret ettim ve yumuşak bir ses tonuyla konuştum:

"Özür dilerim."

Alev güçlendi...

"Gerçekten özür dilerim. Ama seninle konuşmak zorundayım."

Durdu. Kılıcı hâlâ elinde sıkı sıkı tuttuğunu görebiliyordum. 

"İyi. Otur."

Birdenbire odada nilufer çiçeklerinden yapılmış iki adet koltuk belirdi. Koltuklardan bir tanesine oturdu ve bağdaş kurdu. Kılıcı kucağında, dizlerinin üstündeydi. Onu birkaç saniye inceledikten sonra kolumu sıvadım ve kara gül izini gösterdim. Biraz irkildi ve yüzüme baktı. Konuşmaya başladım:

"Sanırım bunun ne olduğunu zaten biliyorsun, ama ben yine de kısaca bu etkileyici hikayeyi sana anlatayım. Barış Görüşmelerine gittiğimiz gün Cupe ile kavga ettik. Kan akıttık. Akan kanımız birbirimizinkine karıştı. Kehaneti biliyorsundur eminim, "Meleğin gümüşi kanı iblisin kara kanına karışana kadar" barış kutsanması. Kutsanmayı bozduk, bu da işlediğimiz suçun bedeli olarak bileklerimize dağlandı. Ama bu felaket bununla da bitmiyor, bu izler benimle Cupe arasında bir duygusal köprü sağlıyor. Onun hissettiği her şey benim de canımı acıtıyor. Bu lanetli bağ yüzünden ondan nefret bile edemiyorum. Gerçekten seviyor muyum, sevmiyor muyum onu bile bilemiyorum. Evet, gerçekten ona aşık oldum ilk başta. Ama şimdi mantığımla bakınca masum bir halkı öldürmek kadar büyük bir günah işlemiş birini nasıl sevebilirim anlamıyorum... Ben onu masumken çok sevdim, ama o... o değişti. Ben şeytanların arasında türlü hakaretlerle büyüdüm ama bu kadar fena şeyler yapmadım... Kabul ediyorum, bu birkaç ayda ben de çok kişiyi üzdüm. Çok can yaktım. Ama ben de böyle bir değildim. Bu lanetli iz beni yavaşça Cupe'ye dönüştürüyor sanki... Ne yapacağımı bilemiyorum artık. Büründüğüm şu sahte melek görüntüsü Cupe'nin kirli duyguları yüzünden kirlendi sanki... Gerçek görünüşüm zaten yeterince korkunç anılara sahipken melek olsam daha farklı olur diye düşünmüştüm... Ama kafayı yiyeceğim artık! Ne yapsam olmuyor, bir şekilde sürekli karşıma çıkıyor! Onu her gördüğümde büyüleniyorum, bir anlığına her şeyi unutuyorum sanki... Bana yaptıklarından nefret ediyorum, onun benden uzaklarda olmasını istiyorum ama bir yandan da kalbim ona olan aşkımla yanıyor... Yardım et, yalvarırım. Karşılığında her ne istersen yaparım."

Beni dikkatle izlediğini fark ettim. Sanki zihnimden geçen her bir düşünceyi inceliyordu. Bir süre sessizlikten sonra konuştu:

"Peki benden çalınmış bir şeyi bana geri getirmeni istesem... Bunu yapar mısın?"

Bir an duraksadım..

...Bu kadar kolay mıydı yani..?

"Evet. Yeter ki şu izi yok et."

Duraksadı...

"Kendin de söyledin, bu lanetli bir iz. Düzeni bozanların lanetlenmesi için yapılmış bir sihir bu. Yani silmesi imkansız... Tabii eğer bilinmeyen yöntemlere başvurmazsak. Canın çok yanacak, hâlâ bu izden kurtulmak istediğine emin misin?"

"Bundan daha çok yanamaz..."

Ufak bir kıkırdama sesi duydum, birkaç saniyeliğine:

"İnan bana, yanabillir. Bu dünyada can yakan tek şeyin aşk olduğu gibi bir hataya düşme sakın."

Ayağa kalktı ve yanıme oturdu. Bileğimdeki izi incelemeye başladı. Sonra dokunarak hafifçe yakmaya başladı izi. İz siyahtan yavaşça kan kırmızısı renge dönüştü.

"Bu izi geçirmek uzun bir süreç. Aylar, yıllar alabilir; sonuçta suçunun delilini ortadan kaldırmaya ve biriyle yaptığın duygusal bağı yıkmaya çalışıyorsun. Eğer çok hızlı silmeye kalkarsam ikinizin de ruhunu çekip çıkarabilirim. Sonra da bir kabuk, ceset haline gelirsiniz. Ölü bile olamazsınız. Ama benim benden çalınanı geri almak için sana ihtiyacım var. Bu yüzden yavaşça sileceğim bu günahın izini. Şu an aranızdaki bağlantının binlerce ipliğinden sadece bir tanesini keseceğim. Zaman zaman kalbin çok sancıyacak, gördüğün dünyanın farklılaştığını hissedeceksin. Görüşünün önündeki hayal perdesi kalkacak ve gerçekleri göreceksin. İşte o zaman... o zaman hayatın acımaya ve duygulara değer bir yer olmadığını anlayacaksın Lucifer."

Sonra elini şakaklarıma götürdü, ovalarken bir şeyler mırıldanmaya başladı. Bir çeşit şarkı söylüyordu sanki... Aniden gözlerimin önünde kanlı nilüfer çiçekleri belirmeye başladı, çığlık sesleri duyuyordum, yer sallanıyordu sanki... Her şey tamamen karardı. Acıyla haykırmaya başladım. Biri yardım etsin diye uğraşıyordum ama kimse çağrıma cevap vermiyordu...

Ve sonra aniden yuumuşak bir mırıldanma, yumuşak bir şarkı duymaya başladım. Sözleri anlayamıyordum ama söyleyen her kimse sanki acılarımın üzerini toprakla örtüyordu... Cupe'nin açtığı yaraları sarıyordu sanki... Rahatladım...

Tekrar gözlerimi açtığımda Kimera karşımdaydı, şakaklarımı ovarken mırıldanmaya devam ediyordu. Mutlu oldum, nedense... Sanki beni gördüğüm kabustan uyandırmış gibiydi. En sonunda mırıldanmayı bitirdi ve geri çekildi. Şakaklarıma dokununca bir çeşit kabartma olduğunu fark ettim...

"Bu nedir?"

"Nilüfer Mührü. Suçunu temizlemek için yaptığım sihrin izi."

"İzler bırakmadan sihir yapılmıyor mu?"

Derin bir iç çekiş duydum:

"O kara gül damgasıyla damgalanmayı haketmiştiniz Lucifer. Tabii ki suçunun karşılığı derinin bu sırrı o iz aracılığıyla göstermesiydi. Hakettiğin cezayı almanı engellemem de bir suç. Bu yüzden tabii ki nilüfer izi olacak. Tekrar herkese ifşa olmaktan korkuyorsan merak etme, bu izi silmeyi ve silinince olacak sonuçları bir tek ben biliyorum. Anlaşılmayacak."

Yüzüne baktım- daha doğrusu maskeyle gizlediği yüzüne. Gülümsedim ve konuştum:

"Teşekkür ederim, Kimera."

Omuz silkti, kılıcını aldı ve karanlık odanın içinde ilerleyerek gözden kaybolmaya başladı...

"Evine dön artık Lucifer, işlerim var benim."

Bir parmak şıklaması ve ateş söndü. Zifiri karanlık odada yine tek başımaydım. Geçit açmaya çalıştım ama açılmıyordu. Ateş yakamıyordum. İlk başta durumu anlayamadım ama sonra kavramaya başladım...

...Bağların kesilmeye başlanması güçlerime de hasar veriyordu...

Elim istemsizce şakaklarıma gitti, nilüfer şeklindeki izi okşadım. Sonra birden elimin içinde bir şey parlamaya başladı. Nilüfer şeklinde bir parıltıydı bu. Elimi yavaşça zifiri karanlık duvara götürdüm ve yumuşakça dokundum. Duvarlar bembeyaz oldu bir anda, parlaklık her yeri kapladı ve kendimi gece vakti, gökyüzünde, bir bulutun üzerinde otururken buldum bir anda...

...Sirius yine çok güzel parlıyordu...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Metal Kalp Bölüm 1: Kaçış

Metal Kalp Bölüm 29: Sanırım Affetti...

Metal Kalp Bölüm 24: Kanlı Bir Anı