Kırık Kont Bölüm 18: İki Kırık Kalp ve Gerçekler
Cupe mezarın hemen yanında oturuyor, çiçeklerle mezarı süslüyordu. Ama yaseminlerle değil, karanfillerle... Üstünde bembeyaz bir elbise vardı, saçları örülmüştü incelikle. Saçlarında güllerden bir taç, kanatlarında ise beyaz güller. Mezarın üstüne eğilmişti ve ellerinde masumların kanı olan birisine göre fevkalade zarifti...
Yaklaştım ve konuştum, sesimde öfke, bir nebze hayal kırıklığı:
"Ellerinde masumların kanı olan birisine göre ne kadar güzelsin Kömür Kuşum?"
İrkti ve aniden bana döndü:
"Kurtarılmış bir insana göre çok nankörsün Kırık Kont."
"Belki kurtarılma bedelim bir şehir dolusu insanın hayatı olduğundandır..."
"Ben katil değilim Lucifer."
"O melekleri kim öldürdü o zaman?"
"Peki diğer melekleri kim öldürdü Lucifer?"
Duraksadım. Ona katil demiştim ama canını aldığım melekler benim masumiyetimi lekelemişlerdi... Ona doğru ilerledim ve yanına oturdum:
"Cupe. Lütfen rica ediyorum- sana yalvarıyorum. Bana söyle, kalbime verdiğin zararın bir kefareti olarak söyle, neden? Sensen niye böyle bir kötülük yaptın, sen değilsen kim bu denli merhametsiz olabildi?"
Bana çevirdi başını, elleriyle karanfillerden bir taç örmeye devam ediyordu. Dudaklarını araladı, fısıldarcasına konuşmaya başladı:
"Ben kalp kırmayı sevmem Lucifer... Ama kırk olmayan bir kalbin ne olduğunu da bilmem... Kalbi kırık doğdum ben, farklı olduğum için yargılandım. Hiç sevilmedim, sevmeyi de öğrenemedim. Lanetli olmamın acısı büyürken her saniye hissettirildi bana... Duygularımı saklamam öğretildi, zaten anlatsam da kimse beni anlamazdı ya... Annemi hiç göremedim, doğumum esnasında hayatını kaybettiğini söylediler bana. Babam kanatlarımı kesmeyi denemiş ben daha küçükken, ama kılıç kesememiş kanatlarımı... Babam yok edememiş beni, soyunun yüz karasını. Büyüdüm sonra, etrafımda herkes beyazken ben siyahtım. Herkes gülken ben diken, herkes hayatken ben ölümdüm. Tanıştığımız ve lanetimizi tüm dünyaya bulaştırdığımız gün prangalara vurulduğum ilk gün değildi. Pudor ile nişanlanmayı reddettiğim gün de aynı muameleye tabii tutulmuştum, gökyüzüne uçmak istediğimde de... Babama benden neden nefret ettiğini sorduğumda da, annemin fotoğraflarını aradığımda da. Vazgeçtim sonra, her şeyden vazgeçtim. Umutlanmaktan, bir gün sevilme umudumdan. Vaziyet böyleyken şeytanın biri, düşmanın veliahtı, ikinci lanetli gelip sana seni sevdiğini söylese inanır mıydın Lucifer?"
Sustum bir süre, gözlerine baktım...
"İnanmazdım. İnanamazdım..."
Yumuşakça gülümsedi, konuşmaya devam etti:
"Ben de inanamadım. Gerçekten... Zindandayken beni savunman, sözlerinden umutsuzluk damlayan şarkılar söylerken beni susturman bana göre sadece bir tuzaktı. Bir kandırmaca. Beni öldürmek istiyor olabilirdin... Senden kaçtın. İntikamımı alma onurunu sana bahşetmemi istemiştin... Sevilmeyi bilmeyen bir insan için bu cümle bir yalandan ibaretti, Lucifer. Sensiz kaçtım o zindandan. Kaçtığım anda da kalbimde bir burukluk meydana geldi. Ama çoktan seni bırakıp gitmiştim artık... Sonra Thammenos'a kaçtım. Öfkeliydim. Nefret doluydum. Babama, meleklere, şeytanlara, Caritas'a, Odium'a, Pax'a, anneme ve hatta sana... Sana bana umut verdiğin için kızgındım. Artık herkesten umudumu kestiğim anda iyilerin var olabilme ümidi verdiğin için kızgındım... Herkese duyduğum bu nefretle büyük bir hata yapacağım kesindi... Ve o hatayı yaptım. Babam hakkında dedikodular çıksın, onun ülkeyi düzgün yönetemediğine dair konuşmalar sonucu tahtı yıkılsın istiyordum. Thammenos, kıyıda köşede bir yerdi. Tekin olmayan meleklerin, önemsizlerin olduğu bir yerdi. Düşündüm ki- eğer masumların en az olduğu kente saldırı düzenlersem ellerimdeki günahın izi daha zayıf olur... Melek veliahtı olduğumdan atam Caritas'tan miras kalan ışığı kontrol etme yeteneğini kullandım, sen de biliyorsun zaten... Senin üzerinde sadece geçici körlük etkisi için kullandım... Ama ışık meleklerin canını da yakabilir... Fazla mutluluk nasıl sarhoş ederse ışık da öylesine kör edebilir, gerekirse öldürebilir... Seninle karşılaşmasaydık sen de onlar gibi acı çekerek ölecektin... Ama o anda, kalbimden gelen bir ses seni korumamı söyledi... Ben de korudum. Sonra- sonra gecelerce ağladım Lucifer. İşlediğim cinayet ruhumu parçalara ayırmıştı. Tekrar seni bulmak için çok uğraştım, ama ben değil sen beni buldun..."
Bana baktı... Şu an gözlerimiz bir saniye bile ayrılmadan birbirimizi izliyorlardı... Çiçeklerde yaptığı tacı bitirmişti. Tacı yumuşakça benim başıma bıraktı, saçlarımı düzeltti.
"Özür dilerim. Kalbini paramparça ettim, ama ben gerçekten seni hakeden bir insan değilim... Ben masumları öldürdüm, lanetliyim be-"
Dudaklarını ellerimle mühürledim.
"Değilsin. Bazen hepimiz hatalar yaparız Cupe. Ama affedilme şansımız daima vardır. Daima... Daha önceden de söylemiştim Kömür Kuşum, umutsuzluk sana hiç yakışmıyor..."
Bileğini ellerimin arasına aldım ve bileğindeki kara gül izini okşadım. Tüm dünyayı nasıl lanetlediğimize dair silinmeyecek bir iz olan gülü... Sonra bir parmak şıklamasıyla bir gül yonttum alevden... Günü avucuna koydum ve parmaklarını kapattım.
...Affettim ama unutmadım...
Ardından kalktım, uzaklara doğru yürürken adımı seslenen Cupe'yi duymazdan geldim. Ben onu affetmiştim ama içimden bir ses onun kendisini affetmeyeceğini söylüyordu bana. Ama artık düşünmekten sıkılmıştım, ben de sadece ileriye doğru yürüdüm.
-------------------------------------------------------------------------------
Tekrar şehre döndüm, ve düşüncesizce yürümeye başladım. Yolda yürürken birdenbire gözüm karardı ve düşer gibi oldum...
...Tekrar görebilir bir hale geldiğimde ise alevler içerisindeydim. Karşımda, siyah cüppesi ile Kimera duruyordu. Elinde bir kılıç tutuyordu. Ve yüzünü göremesem de bir saniye dahi durmadan beni izlediğini hissedebiliyordum. Sebepsiz yere yanıyordum.
"Neden buradayım?!"
Sessizlik. Kimera elini cebine attı ve bana bir kağıt parçası uzattı:
"Hata yapıyorsun."
Anlamaz bakışlarla ona baktım:
"Nasıl yani?"
Bir not daha:
"Herkesi affedemezsin."
Anlayamıyordum...
"Zaten hakedenleri affediyoru-"
Bir başka kağıt parçasını yüzüme fırlattı:
"Bu kadar aptal mısın Kont Lucifer!? O senin kalbini paramparça ettiği halde nasıl affedersin!?"
Kimse benimle sanki aptalmışım gibi konuşamaz. Eğer affetmeseydim ben de affedilmeyi haketmezdim. Aramızda günahkar olmayan var mı ki? Önemli olan kullanılmak ve affetmek arasındaki farkı bilmek ve ben Kömür Kuşumun bu tür bir konuda beni kullanacağını hiç sanmıyorum... Bunu düşünmek dahi istemiyorum!
"ONUN HAKKINDA İLERİ GERİ KONUŞMA! O SADECE BİR HATA YAPTI!"
Kimera'ya tüm gücümle vurdum, yere çakıldı. Kukuletası biraz açıldı; ve gördüğüm şey uzun, kızıl bir saç öbeğiydi. Son hızla tekrardan yüzünü kapattı. Mavi-gri bir duman yayıldı ve alevler söndü...
Gözlerimi açtığımda yığınla melek etrafımdaydı. Nabzımı kontrol ediyorlardı, gözlerimi, kanatlarımı... Uğultulu sesler...
Doğruldum ve aniden sesler arttı. Birkaç kişi iyi olup olmadığımı soruyordu, bazıları üstüme sıvı altın gibi bir şey döküyordu. Ortam o kadar kalabalıktı ki korkunç bir uğultu haline gelen tüm o seslerden zor kaçtım. Kimera beni kontrolüm dışında alevlerin arasına hapsetmişti. İlk defa. Sanki Cupe'yi affettiğim için öfkeli gibiydi. Ama neden?
...Neden..?
Evime doğru uçtum ve içeri girdim. Sade bir daire, bir yatak, masa, kiler, lavabo... Pek bir şey yoktu. Yatağımın üstüne uzandım ve uyumaya çalıştım...
Uyurken saçma bir şey oldu, kalbime bir ağırlık çöktü... Hareket edemedim, nefes alamadım... Sanki üzgünlük bir battaniye gibi sarmıştı etrafımı... Ve sonra, karanlığın içinde gözlerimi zar zor açabildiğimde, bileğimin acıyla yandığını fark ettim. Bileğimdeki gül dövmesi bir akkor lamba gibi yanıyordu...
Ve benim canım yine çok acıyordu...
Sanki başka birisi tüm kalbimi, duygularımı kontrol ediyordu. Sanki onun duyguları benimkilerle eş oluyordu, sanki bu gül dövmesi bir bağ yapıyordu... Gözüm yatağımın baş ucunda duran kitaba takıldı...
...Bu dövme Cupe ile aramda bir duygu bağı oluşturuyordu...
Yorumlar
Yorum Gönder