Kırık Kont Bölüm 16: Kalbim Tekrar Atmaya Başlayınca

 Gözyaşlarımı sildim ve tekrar gökyüzüne baktım. Çok garip... Ben ona çok değer verdim, onun için düşündüm, onu rüyalarımda gördüm ama o... O bana acımadı. Acır sanmıştım... Eğer birisini çok seversen o da seni o kadar sever sanmıştım. Ama neden o beni sevmedi? Neden? Sevmek kötü bir şey mi? Hayatını birisine adamak istemek hata mı?

Evet. Ben ona ne kadar değer versem o benden o kadar tiksindi. Hiç sevilmemiş, hiç sevmemiş olan ben sevgisini nasıl göstereceğini bilemedi... Hiç sevilmemiş, hiç sevmemiş Cupe benim aşkıma inanmadı... Ona "Seni seviyorum" dedim, yalancı olduğumu sandı... Ona yardım teklif ettim, onu aşağıladığımı sandı... 

...Şeytan olan bendim, yakacak olan bendim, acıtması gereken merhametsiz bendim...

...Ama en çok yanan, canı en çok acıyan da benim...

Sirius tekrar parlıyordu bu gece... Parmaklarıma baktım, ufak bir ateş yaktım ve ateşe şekil verdim. Ateşi bir güle dönüştürdüm. Belki bir gün yanan kalbim de böyle bir güle dönüşürdü...

Derin bir nefes verdim ve arkama yaslandım... Elimdeki gülü parmaklarımın arasında çevirirken gözlerimi gülün taç yapraklarından bir an bile ayırmadım... 

...Güneş doğuyordu...

Mionelle'in 9 saati kalmıştı... Peki ben bu harap olmuş duyguların üstüne ellerime bir meleğin kanını bulaştırmayı göze alabilecek miydim? Evet zorundaydım, o mektubu bir kere yazmıştım ama istemiyorum artık... Gerçekten istemiyorum...

Kanatlarımı açıp Ay'a doğru uçtum. Bulutların üzerinden melekleri izlemek güzeldi ama göğün zirve noktasından, hiçbir günahın bulaşmadığı bir zirveden izlemek paha biçilemezdi...

Üstümdeki kıyafetleri değiştirdim, altın işlemeli beyaz bir gömlek ve belimde altın yaldızlı bir kemerle sabitlediğim beyaz bir pantolon giydim. Anneme ait olan ve hiçbir zaman boynumdan çıkartmadığım, bir kolye yaptığım yüzüğü gömleğimin içine gizledim. Beyaz bir çift ayakkabı giydim. Pelerinimi giydim ve beni hiçbir zaman terk etmeyen hançerimi belime bir zincirle sabitledim. 

Hazırdım, elimi bir masumun kanına bulamaya...

Hazırdım, insanların gözyaşlarını ve çığlıklarını bir zincir yapıp kalbime sarmaya...

Hazırdım, kendimi lanet edilen yapmaya...

----------------------------------------------------------------------------

Mionelle'in vaktinin dolmasına 10 dakika kalmıştı. Sessizce bana verilen adrese doğru uçtum ve pencereye doğru süzüldüm. Pencereyi açık bırakmıştı aptal kadın. Nasıl birisi Azrail'in geleceğini bile bile tüm kapıları ona açardı? 

Pencerenin dışından içerideki sesleri dinlemeye başladım:

"Tanrım...Tanrım yardım et... Tanrım yardım et... Bana acı... Koru beni... Yalvarırım Tanrım..."

Kadının sesi hıçkırıklara karıştı. Duvara yansıyan gölgesinin diz çöktüğünü ve titrediğini görebiliyordum. Hançerimi daha da sıkı kavradım. Aniden bir erkek sesi yankılandı odada:

"Hâlâ ağlıyor musun Mionelle? O öldü. Kabullen artık."

"Ölmedi o Johann, öldürüldü!!!"

"İtiraz etmeye devam mı edeceksin Mionelle? Öldü diyorum sana..."

"ÖLMED-"

Bir tokat sesi duydum, ardından bir kadının yere çakılma sesi...

"ahhh....a-ah..."

"Halüsinasyonlar görmüş olabilirsin, Mionelle, sesler duymuş olabilirsin, hatta keçileri kaçırmış bile olabilirsin; ama beni çileden çıkartma hakkını kendinde bulamazsın."

Nefret dolu bir ses tonuyla konuştu kadın:

"Be bir hayalperest değilim Johann... Bu ölümler tesadüf değil, gökyüzünün kan kusması tesadüf değil, veliahtın lanetli olması tesadüf değil Johann!!"

...Bu kadının sadece 5 dakikası kalmıştı...

Yavaşça hançerimi kavradım. İlkelerim gereği arkamda şahit bırakamazdım. Ama ölüm ilanı vermediğim bir kişiyi de öldüremezdim. Ve bu adamın varlığı işimi engelliyordu. 

Bir kapı çarpma sesi geldi. Kadının sessizliği hıçkırıklara dönüştü. Acı dolu ve umutsuz hıçkırıklara...

...Onun son 1 dakikası kalmıştı...

Yavaşça bir kabus dalgası oluşturdum ve kadını derin ve karanlık bir uykuya daldırdım. Zaten yerde oturan kadın ufak bir çarpma sesiyle tamamen yere yığıldı. Ben de içeri süzüldüm. Hançerimi çekip çıkardım ve yerde uyuyan kadının şahdamarını yavaşça deldim. Gümüşi kan döşemeyi hafifçe, kadife gibi boyarken kadın son nefesini verdi titremeler eşliğinde. Kadını dikkatlice inceledim: uzun altın sarısı saçları, bembeyaz bir teni vardı. Büyük ihtimalle de göz kapaklarının altında gümüş rengi göz bebekleri vardı. Vücudu çok zayıftı, kendi gümüşi kanına bulanmış kanatları da ufak ve zayıflardı. Gümüşi kanla lekelenmiş beyaz bir kazak ve pantolon giyiyordu. Sol yüzük parmağında kalp desenleriyle çevrelenmiş altın bir yüzük vardı. Yüzünde de kabusla ölenlerde görülmeyen bir gülümseme...

...Belki de yaşadığı hayat zaten korkunç bir kabustu, o kadar felaketti ki benim kabuslarıma bağışıklığı vardı sanki...

Tekrar bir kapı sesi gelmesiyle irkildim. O Johann denen adam geri gelmiş olmalıydı. İçinde bulunduğum odaya gelmeden tekrar pencereden dışarı süzüldüm ve içerideki sesleri dinlemeye başladım...

"Ben geldim Mionelle."

"Mionelle?"

"Ne diye cevap vermiyorsun Mionelle!?"

"Yine ne saçmalıklar peşindesin Mionelle, eğer bu da senin şu romantik saçmalıklarında biriyse-"

Kadının ölü ve gümüşi kanlar içerisindeki bedenini görünce aniden dondu, elindeki tüm poşetler yere düştü.

"M-Mionelle..."

"MİONELLE!!!!"

Kadının ölü bedeninin yanına koştu ve yanında diz çöktü, her yer kadının gümüşi kanına bulanmıştı. Adam ağlıyordu... Gözyaşları kadının huzurla uyuyan sessiz yüzüne, solgun ve soğumaya başlamış yanaklarına damladı. Elini sıkı sıkı tuttu ölü bedenin, deli gibi ağlayıp cesedin üstüne kapaklanarak. Kadının saçlarını okşadı, yüzünü okşadı, defalarca kez yanaklarını, alnını, ellerini öptü... Sessiz ve acı dolu bir şekilde hıçkırıyordu. Onun da sol elinde gümüş bir yüzük vardı... Kadının yüzük takılı elini tuttu sıkı sıkı... 

...Ölü kadın eşiydi onun...

"Ben bunu nasıl yaptım... Sana nasıl vurdum ben... Ben nasıl yaptım bunu sana... Nasıl yaptım... Aşkım... Mionelle'im... Canım... Bir tanem... Mionelle'im... Özür dilerim... Özür dilerim... Özür dilerim Mionelle'im... Beni affet... Yalvarırım beni affet aşkım... Lütfen... Ben nasıl bir pisliğim... Aşkım... Mionelle'im... Mionelle'im..."

Hıçkırıklar arasında daha çok kapaklandı kadının cesedine... Daha çok yalvardı... Ruhunun onu affetmesi için daha da çok yalvardı... 

Artık daha fazla dayanamadım ve tekrar gözyaşları arasında gökyüzüne eriştim. Adamın hali, kadının cesedi ve kanı... Ellerime baktım, o kadının kanı benim de ellerimdeydi... Midem bulandı ve istifra etmeye başladım. İşlediğim onca cinayetin ardından ilk defa kalbim bu kadar acıyor, gözlerim bu denli acıyor ve ona olan özlemim o adamın düşen her gözyaşıyla beraber daha da harlanıyordu...

...Tanrım bana yardım et. Günahlarla boğulmuşum, ama bana bir çıkış kapısı göster...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Metal Kalp Bölüm 1: Kaçış

Metal Kalp Bölüm 29: Sanırım Affetti...

Metal Kalp Bölüm 24: Kanlı Bir Anı