Metal Kalp Bölüm 6: Gökyüzü Bakışlı Çocuk
Onu görmemle beraber aklımda geceleri çığlık atarak uyanmama neden olan, kabuslarıma giren, uyuduğum her bir dakikayı bana zehir eden tek bir cümle yankılandı:
~Benimle gel, Miche~
Karşımda bir ordu vardı, umrumda mıydı? Hayır. Ölebilirim, bu umrumda mıydı? Pek değil. Tutsak olmaktansa ölümü tercih ederdim zaten ben. Onun sesini duymak peki..?
...Sadece sesi bile gözlerimin kararıp devrelerimin sızlamasına neden olurken karşımda onun olduğu gerçeğini göz ardı edip körü körüne dövüşmek bana cehennem azabı olacak gibiydi...
İsmi kalbimi delen bir matkap gibiydi...
...Aleksey Dima Boris...
Tanrım...Hiç değişmemişti. Soluk sarı saçları, mavi gözleri...
...Ruhunu zehirlemek istercesine bakan o zehirli mavi gözleri...
"Miche, Tanrım bu cidden sen misin?"
Dudakları alaycı bir gülümseme ile kıvrıldı. O gülümsemeyi çok çok iyi biliyordum, kurbanını zehirlemek istediğinde takındığı o manipülatif gülümsemeydi o...
-----14 Yıl Önce-----
Abimin eski beyaz atletini giyiyordum...Bana çok büyük geliyordu...Bir elbise gibi dizlerimin üstünde bitiyordu, abim büyüdüğümde bana gerçek bir prenses elbisesi alacağına söz vermişti... Bilim insanı bir kadın bize bir takım açıklamalar yapıyordu, tabii ki ben hiçbir şey anlamıyordum. 8 yaşında bir kız çocuğu bunlardan ne anlar ki zaten? Ama abimin yüzünün zaman zaman kasılmasından pek de iyi şeyler dönmediğini tahmin edebiliyordum. Çok garip, abim pek az şey için bu ifadeyi takınırdı. Günlerce aç kalmaya bile alışkındık biz zaten, acaba neden dişlerini bu denli sıkıyordu? Abimin arkasında saklanarak kadının söylediği "Frontal lob, parietal, temporal, mikroçip, polimer" gibi kelimeleri anlamaya çalışırken dikkatimi birisi çekti...
Karşımda bir çocuk vardı. Cılız duruyordu, abimle yaşıt olabilirdi, veya benimle de yaşıt olabilirdi, o kadar zayıftı ki anlamak imkansızdı. Solgun sarı saçları ve gökyüzü gibi berrak mavi gözleri vardı. Cildi soluktu, çok bol ve eski bir gri tshirt giyiyordu. Tshirt o kadar büyüktü ki kolları ve bacakları tshirtin içinde kayboluyordu. Bir süre bakıştık. Bana gülümsedi. Ben de ona gülümsedim...
...Gülümsemeyi çok seviyordum ben. Sanki insanların kalplerinde çiçek açtırıyormuşum gibi hissettiriyordu gülümsemek. O da çok güzel gülümsüyordu. Solgun dudakları çok masumca, sanki bir meleğin dudaklarıymışcasına yukarı nazikçe kıvrılmıştı. İkimize de gülmek çok yakışıyordu bence, gülmek herkese çok yakışıyordu zaten...
Garip kelimeler söyleyen kadın nihayet konuşmayı bırakmıştı. İçinde bulunduğumuz garip bahçede herkes bir yere dağılmıştı: çocuklar, genç kız ve erkekler, yaşlılar, yetişkinler... Abim bana yanında bulunduğum ağaçtan başka bir yere gitmememi tembihleyerek ortadan kayboldu. Nereye gittiğini söylemedi, ben de abimin istediği gibi ağacın yanında oturup düşen yaprakları topluyordum. Sonra o güzel gülüşlü çocuk yanıma geldi. Yakından ne kadar cılız olduğu daha da belliydi. Bana gülümsedi ve minik sıska elini bana doğru uzattı. Aksanı kalındı ama sesi...
...kadife gibiydi...
"S-selam. Aleksey ben."
"Ben de Michelle."
"Adın çok güzel...M-Michelle...M-Michael'den türemiş g-galiba, o da baş meleğin adı."
"Teşekkür ederimm! Senin de adın çok güzel, anlamı nedir?"
"A-Aleksey savaşçı demekmiş. B-Boris de ö-öyle."
"Senden çok güzel bir şövalye olur Alek!! Tıpkı annemin anlattığı masaldaki ejderhayı yenen şövalyeye benziyorsun."
"T-Teşekkür ederim..."
Bir süre ağacın altında beraber oturduk. Yaprakların dökülüşünü izledik. Rüzgar esti. Titrememek için zor dayanan bedenim daha fazla karşı koyamadı. Ellerimi ovuşturarak üşümeme engel olmaya çalıştım. Aleksey titrediğimi fark etti ve bir anda koşarak ortadan kayboldu. Ve ben de sevdiğim herkesin tek tek ortadan kaybolduğunu hatırlayarak tam gözyaşlarına boğulmak üzereydim ki Aleksey geri döndü...
...Hem de elinde sıcacık bir battaniyeyle...
Battaniyeyi omuzlarımın etrafına sardı...Ben de akan gözyaşlarımı durdurmaya çalışırken bir yandan da soğuktan kıpkırmızı olmuş burnumu siliyordum.
"A-Alek sen ü-üşüyeceksin s-sadece bana verme-"
"A-Alışkınım ben soğuğa. Hem şövalyeler üşüyebilir ama melekler üşümemeli, hele b-baş melek hiç ü-üşümemeli... Yoksa T-Tanrı şövalyeyi m-meleği koruyamadığı i-için cezalandırır..."
Aleksey o gün abim gelene kadar saatlerce yanımda üstünde sadece eski bir tshirtle durdu... Battaniyeyi ona defalarca teklif etsem de meleğin korunması gerektiğini söyleyerek reddetti...
Abimsiz saatlerce bekledik...
...O gün abimin beni sert esen rüzgarlara karşı bir başıma bırakıp gittiği sayısız günün ilkiydi...
...O gün Aleksey'in şövalye olup meleği bıçak gibi rüzgarlardan koruduğu günlerin ilkiydi...
Yorumlar
Yorum Gönder