Metal Kalp Bölüm 3: İzleri Temizlemek

 Sert kayaya çarptığımı anlayınca dilimi ısırdım, ifadesiz yüzümü korumaya çalıştım; çünkü bir insana duygularını göstermek, köpekbalıklarına kanını göstermekten daha tehlikelidir... Ve anlaşılan başka çarem kalmamıştı...Her ne kadar elimi kana bulamaktan nefret de etsem bazen zorunda olduğum zamanlar olurdu...Yavaşça silahın plazma seviyesini öldürücü şoktan sersemleticiye getirdim. Ve nefret dolu bağırması kulaklarımı doldururken....


"CEVAP VER SENİ ROBOT BOZUNTUSU SAHTEKA-"

...tetiği çektim.

Yere yığıldı. Kafasını yere sertçe çarpmıştı, biraz kan sızıyordu. Büyük ihtimalle önemli bir şey değildi, hükümet askerlerinin öldürdüğü binlerce masumun kanının yanında birkaç damla kan nedir ki?..

Kollarından kavrayıp sandalyeye zar zor oturttum, bulduğum eski paslanmış bir zincirle onu sandalyeye bağladım. Kazağının kolunu sıvayıp hükümet dövmesine baktım, anlaşılan sahte Sherlock biraz acı çekecekti...

...Ben acı çektirecektim....

Ayaklarını, kollarını sıkıca bağlamıştım. Sahte Sherlock tamamen savunmasızdı. Ve bir kenara oturup, uyanmasını bekledim...3 saat 48 dakika 27 saniye 11 salise boyunca. Gözlerini araladı, bana baktı. Ellerimde birkaç iğne ve neşter tutuyordum.

Bunları neden yanımda taşıdığıma gelecek olursak, bir kodu bozuk her zaman kendisine yardımcı olacak bir doktor bulacak kadar şanslı olamaz; değil mi? Veya gereğinden fazlasını bilenleri susturması da gerekebilir....

İşaret diliyle konuştum:

"Uyanmışsın. Günaydın."

Bakışlarından nefret adeta döşemeye doğru damlıyordu:

"Lanet şerefsiz kadın, çöz beni. HEMEN!!! HÜKÜMET ASKERLERİNİ ÇAĞIRINCA GÖRECEKSİN!!"

Hafif bir gülümseme ile tepki verdim, parmaklarımı konuşturdum:

"Hükümet askerlerini çağırmak için dövmene ihtiyacın var süper zeka. Ve az sonra bir dövmen olmayacak."

O baygınken kolunu masaya sabitlemiştim. Şimdi vicdanımı devre dışı bırakıp hayatta kalabilmemi sağlayacak kadar bencil olmam lazımdı...Bir kumaş parçası alıp ağzına tıkadım. Neşteri daha sıkı kavradım....

...Neşter ile yavaşça dövmenin hatlarının üzerinden geçtim. Derisi adeta ortadan ikiye ayrılıyordu. Kan açık kalmış bir musluk gibi akıyor, döşemeyi kızıla boyuyordu. Gözleri yaşarıyor, kurtulmak için çırpınıyor, acı dolu çığlıklar atıyordu. Yani en azından deniyordu, kumaş parçası çığlığının büyük bir bölümünü engelliyordu. Ben de o sırada derisinin altındaki nanosensörlere güç veren çipi arıyordum...

...ve buldum....

Gülümsedim. Kan içindeki çipi ellerim tamamen kan içindeyken çekip çıkarttım. Çipin üzerindeki sayılara bakıp onun kimliğini öğrendim: 104M101J. Çipi parçalara ayırdım. Kızıl kafa bu sırada kan kaybetmeye devam ediyordu. Derisi paramparça olmuştu, kan içindeydi, mide bulandırıcı bir görüntüydü....

....Onu ben paramparça etmiştim.... 

Peki beni öldürmeye çalışan bir tehdidi paramparça ettiğim için pişman mıydım? 

...Hayır. Vicdan azabına vaktim yok benim, vicdanlı olacak kadar masum değilim ben; çünkü çoktan içinde vicdan bulunan kalbim, metal bir sahtekar kalbiyle değiştirildi....


Devamı mı? Biliyorum, düşmanıma merhamet göstermek, kendi sonuma doğru yürümekti ancak...ancak o zümrüt gözlerindeki bakışa karşı koyamadım. Dedim ya size kodum bozuk diye...

Yarasına bastırdım, kanamayı durdurdum, derisinde yarattığım kesikleri diktim, kendi kanımdan verdim... O an H.O.M.(Hükümet Ordu Merkezi)'den kaçarken beraberimde getirdiğim ilk yardım setinin varlığına şükrettim....

Ama çok kan kaybetmişti....

Gerçekten çok fazla... Ama vazgeçmedim. Ordu için üretildiğimizden vücut yapımız herhangi bir askerin veya yaralının kan ihtiyacını karşılayabilecek şekilde yapılmıştı. Kan grubu farketmeden herhangi bir yaralıya kan sağlayabilirdim yani. Ben de bu özelliğimi kullandım, çaldığım ilkyardım kutusundaki serum hortumuyla ikimizin kolu arasında bağlantı kurdum, kendi kanımdan verdim.

...Ve bir süre hiçbir şey olmadı...

Ne kadar vakit geçti bilmiyorum. Belki saatler, günler...Ama nihayet uyanıp bana dik dik ve nefret damlayan gözlerden başka bir şekilde bakmayı başardı...Duygusuz bir bakıştı ama acılı ve nefret dolu bakışlardan iyidir. Tabii ben de bu sırada vücudumdaki kanın çok büyük bir ihtimalle yarısını ona vermiş bulundum, hoş, zaten yavaşça akacak biçimde ayarladığım için vücudumdaki nanobotlar yeni kan hücrelerini kolayca ürettiler zaten.

Gözlerim kapalı dinleniyordum, sonra onun sesini duydum:
"İnsanları neşterle parçalayıp sonra başlarında sabahlayarak onları iyileştirme gibi bi huyun mu var, kaçak?"

Artık risk yoktu, cildindeki nanoçipi söküp atmıştım ama yine de konuşmamayı seçtim, işaret diline devam ettim:

"Yapmam gerekeni yaptım, ne acı çektirmem, ne de yardımım kişiseldir benim. Derini parçaladım, sonra tedavi ettim, ödeştik."

"Biliyor musun, sen cümlelerini her böyle uzattığında senin azılı bir suçlu olduğunu daha çok düşünmeye başlıyorum."

"Tabi canım, hatta edebiyatı güzel kullanmaktan aranıyorum."

"Bir cyborg böyle konuşamaz."

"Ben konuşabiliyorum demek ki."

"Sen kodu-bozuksun."

.....

Lanet olsun, tuzağına düştüm...Tabii ki kullandığım cümlelerdeki kelime sayısını ve ses tonumu ölçüyordu...Yüzüne baktım, sorgulayamayan cahiller arasında bir insan nasıl böylesine zehir gibi zeki, dikkatli ve sorgulayıcı olabilirdi??

Bir süre yüzüne boş boş bakmış olmalıyım ki yeniden konuştu:

"Neden cevap vermiyorsun kaçak?"

Yutkundum.

"Kodum bozuk falan değil benim. Ne demek istiyorsun, hükümet askerleri iki kelimeyi yana getiremeyecek kadar beyinsiz mi!?"

"Böyle bir şey demedim."

"Ama dolaylı olarak bunu ima ediyor."

Ighhhh, neden her beş saniyede bir yutkunuyordum!? Tüm otoritemi mahvediyordu bu salakça refleks.

"Hey kaçak, bana hatırlat da sana nasıl yalan söylenir bi ara öğreteyim, berbat bir yalancısın."

"Yorum yapabilecek konumda değilsin. Benim mahkumumsun şu an, hayatın avuçlarımda."

Sessizce güldü:

"Ah kaçak, gerçekten bu cehennemde beyin hücrelerini kaybetmeden kalabilmiş birinin senin blöflerine ve yalanlarına kanacağını mı düşünüyordun? Güven bana kaçak, senden çok daha kötüleriyle karşılaştım ve yüzümde bir yara izi bile olmadan hayatta kaldım."

"Dedi, sağ gözü olmayan adam."

Sanırım hassas bir noktaya değinmiştim....


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Metal Kalp Bölüm 1: Kaçış

Metal Kalp Bölüm 29: Sanırım Affetti...

Metal Kalp Bölüm 24: Kanlı Bir Anı